~Poppy -Serena- Davis.
~E yani... Kızım işte.
~Gelecekte People, US Weekly ve Life Style'da sayfaları süsleyeceğimi hissediyorum; Ş Ö H R E T.
~Cornelia Bennet, çalar saatini kurmuş olmasına rağmen, uyandığında saat yediyi çeyrek geçiyordu. Bu da demek oluyordu ki yarım saat geç uyanmıştı. Etrafına bakındı ve başını yastığına gömdü. Yaklaşık 28 saniye sonraysa olduğu yerden fırladı. Duvardaki aynaya baktı. Şaçlarını tutturduğu lastiği çekti ve uzun sarı saçları serbest kaldı. Kimse kabul edemese de Cornelia doğal bir güzellikti ve şu haliyle bile muhteşemdi.
“Lanet olsun…” diye fısıldadı. Bu gün okulun ilk günüydü. Buda demek oluyordu ki, yaz tatili muhteşem anılar eşliğinde geride kalmıştı. Yaz aşkları, minik kaçamaklar, unutulması imkânsız diğer her şeyle birlikte tatlı bir anı halini alacaktı şu andan itibaren…
Banyoda geçirilen 8 dakika 13 saniye sonrası Cornelia bir tanrıçayı andıran güzelliği ile odasına döndü. Çok az makyaj eşliğinde inanılmaz hoş bir görüntü yakalamış ayrıca saçına taktığı taç ile sade ve zarif bir çizgiye bürünmüştü.
Dolabının başına geçti. Uzun bir süre odada kıyafetler uçuştu, elbiseler denendi, ayakkabılara bakıldı. Morlar, sarılar, siyahlar… Mini etekler, mini şortlar, tunikler, taytlar ve daha binlerce çeşit kıyafet denedi. En sonunda geçen hafta sonu kızlarla beraber şetçikleri turkuaz elbiseyi giyinmeye karar verdi. Altına elbisesi ile aynı renkte ve annesinin tasarımlarından olan topuklu bir ayakkabı seçti. Yine turkuaz bilekliğini taktı, çantasını, güneş gözlüğünü ve telefonunu eline alır almaz aşağıya indi…
Aşağı indiğinde gözleri ile etrafı taradı. Annesi ve babası çoktan çıkmıştı –bir görüşürüz, okulun iyi gününde iyi şanslar ya da bunlar dışında herhangi bir sohbet olmaksızın-. Tanrım… Ne aile ama! Mutfağa doğru yürüdü. Bradley kahvaltısını ediyor diğer yandan da hizmetçileri Odette ile sohbet ediyordu.
Odette Bewerill çocukların doğdukları ilk günden bu güne kadar belki de onlara en fazla sevgi gösteren insan olmuştu. Yıllar boyunca Bennet ailesine sadık bir biçimde çalışmış, hala da çalışmaya devam ediyordu.
Çocuklar da onu çok seviyorlardı hatta Cornelia, 4. Sınıftayken “Hayatta En Çok Değer Verdiğim İnsan” konulu kompozisyonunu, annesinden gizli Odette’i anlatarak yazmıştı…
Bradley mısır gevreğinin sonunu da yuttuktan sonra elindeki kaşığı kız kardeşine doğru salladı ve sırıtarak, “Tadını çıkar…” dedi. Cornelia ise abisine bakmadan bir sandalyeye oturdu ve sıkkın bir ses tonu ile “Neyin tadını?” diye sordu.
“Neyin olacak, serbest giyinmenin. Bu son günün, bundan sonra istediğin görünüme asla kavuşamayacaksın benim sevgili kardeşim… Nasıl desem? “Burası Bayan Carr’ın kırallığı” tanımlaması yeterince açık mı?”
Cornelia çantasını karıştırırken gözlerini devirdi. “Kimin umurunda ki… Forma giyinmek konusunda –senin aksine- gayet rahatımdır ben…”
Bradley ise başka bir şey düşünüyor gibiydi… Bir süre cevap vermedi ardından sırıttı ve Odette’e döndü, “Yani sen hala onun benim öz kardeşim olduğunu mu iddia ediyorsun?”
----------------
Lilly Anne Jones, pekâlâ erken kalkmıştı. Fakat işin komik yanı ayna karşısında o kadar vakit geçirmişti ki giyinmeye yalnızca yarım saat gibi kısa bir süre kalmıştı.
Aynada vakit harcamasının asıl sebebi uyandığında birbirine dolanmış olduğunu gördüğü saçlarıydı. Kendini ilk gördüğü anda çığlık atmaktan son anda vazgeçmişti –yani tüm evi birden odasına yıkmayı hiçbir kız istemez öyle değil mi? Özellikle sabahın bu saatlerinde aşırı miktarda alınmış kafein ve işkolik ebeveynlerin karışımının ne kadar sinir bozucu olduğu düşünülürse…-. Saçları uzatmak kolaydı -bir yerden sonra tabii…-, onlarla muhteşem görünmek işin en iyi yanıydı, fakat o şaçları taramak dünyadaki en büyük eziyetti.
İşini bitirdikten sonra banyodan çıktı, odasındaki aynanın önüne geçti. Uzaktan kendine baktı. Saçlarının iyi göründüğüne kanaat getirdikten sonra dolabını hızlı bir hareketle açtı ve içindeki her şeyi yatağının üstüne yığdı…
Gözlerini kapadı ve vakit kaybını engellemek için ellerini giysi yığınına daldırdı. İşi bittiğinde giyinilmek için hazır bekleyen dar, siyah kot pantolonu ve gri askılı bluzu elinde duruyordu. Sonuçta işin yarısından çoğu bitmişti. Fakat en zor kısım hala duruyordu. Ayakkabılar. Ve ayakkabıları gözünüzü kapayarak seçemezdiniz…
Yaklaşık 15 dakika süren o düşünme faslından sonra Lilly sevdiği siyah topuklularını giyinmeye karar verdi. Çanta konusunu o kadar fazla uzatmadı. Yalnızca çantayı gri mi yoksa siyah mı kullanması gerektiğine karar vermesi uzun sürdü. Daha sonra konuyu kökünden halletti. Üzerindeki gri bluzu çıkarttı ve gördüğü ilk beyaz şeyi kafasından aşağıya geçirdi.
Şansı yaver gittiğinden, 3 gün önce aldığı, bol giden dar uçlu beyaz bluzunu seçmişti. Eline hemen siyah çantasını aldı. İçine eline ne gelirse fırlattı. Tam telefonu çantaya atıyordu ki bir şeyi fark etti, 5 dakika sonra çıkmasa okula geç kalması gibi bir ihtimal vardı. İlk günden okula geç kalma korkusu elbette ki saçma bir şeydi. Tabii Winston’a kayıt yaptırmamış olanlar için.
Okulun prosedürleri gereğince, her ne kadar işe yaramasa da, öğrencilere verilen eğitimin disiplinle harmanlanması çok önemliydi. Herhangi bir öğrenci derse öğretmenden sonra girmiş olsun yada formasında kendi kafasına göre yeni bir uyarlama getirsin, başı müdür yardımcısı Micha Sidonie Carr ile belaya girerdi…
Koşarak aşağıya indi. Annesi kahvesini yudumlayarak gazetesini okuyordu. Babası ise çoktan çıkmıştı. Bir ayağını yere vurarak beklemeye başladı. En sonunda sıkıldı ve annesine beklenti dolu bir sesle, “Ve?” dedi…
Annesi ise onu o an fark etmiş gibiydi. Başını kaldırdı, kızını baştan aşağıya süzdü ve başını salladı. “Elbette ki mükemmel görünüyorsun tatlım…” Lilly ise yalnızca gözlerini devirdi. Bir insan bu kadar mı görüntü düşkünü olabilirdi yani? Tamam kendi görüntün ise mevzu bu bir istisnadır. Hatta normal bir zamanda kızının nasıl göründüğüne dair yorum da yapabilirsin… Ama bu normal bir gün müydü ki?
Sıkıntılı dolu bir of çekti ve kapıya doğru döndü… Tam o sırada annesi umduğu gibi annelik dürtülerini kullanmayı hatırladı, “Çıkıyor musun tatlım?” Lilly de kapıya doğru yürümeye devam etti, “Evet anne…”
“Pekâlâ, iyi şanslar… Sonra görüşürüz.” Lilly annesinin son sözlerini duyunca ona dönmeden elini kaldırdı, kolundaki bilezikleri şakırdatarak el salladı ardından içinden Ve annem repliğini hatırlar diyip kendi kendine sırıttı…
----------------
Hilary saati çaldığı anda yataktan fırladı. Yüzünü yıkadı dişlerini fırçaladı. İlk gün için kendini hazır hissediyordu. Her zaman düzenli olmayı sevdiği için; acele etmeden -dün 3 saatte- seçtiği Salamura Grisi eteğini ve siyah bluzunu ve fularını taktı.
Ona uygun ayakkabısını giyip çantasına gerekli olabileceğini düşündüğü malzemeleri koyduktan sonra kızlara toplu bir mesaj çekmeyi ihmal etmedi.
Geç kalacaklarını zaten düşünmüyordu ama onun kadar dakik de olamazlardı. Son kez aynaya bakmaya gittiğinde aklından geçirdiği her şeyi unuttu. Diğerlerine göre kendini daha düzenli ve dakik gören kendisiydi ama saçlarını taramayı ve LA’daki tüm dükkânları gezerek anca bulduğu güzelim tokayı takmayı unutanda oydu. Perçemlerini düzelttikten sonra tokasını taktı. Şimdi gerçekten çok güzel görünüyordu.
Aşağı indiğinde büyükannesini kahvaltı masasında beklerken buldu. Annesi ve babası yoğun işleri yüzünden iş seyahatine gitmiş, büyük annesi de lisenin ilk günü torununu yalnız bırakmamak için Florida’dan gelmişti. Sonuçta ilk kez okula gitmiyordu ancak büyük annesi özel günleri çok önemser gelemese de birbirinden güzel hediyeler göndermeyi ihmal etmezdi.
Bayan White Hilary’nin geldiğini anlayınca kocaman gülümsemeyle onu süzdü.
“Tatlım emin ol herkes benim torunum olduğunu anlayacak” dedi. Hilary için bu gerçekten önemliydi çünkü büyük annesi yaşına karşın her zaman mükemmel görünen bir kadındı. Konuşmanın devamı günün daha iyi geçmesi bile sağlayabilirdi… Yani, ne olursa olsun şansını denemeye değerdi. ”Evet, büyükanne buna gerçekten çok sevindim fakat okul formalarının içinde insanların kimin torunu olduğumu anlayacaklarını pek sanmıyorum…” Büyükannesi görmüş geçirmiş tatlı bir bakışla “Evet arkadaşlarınla telefon konuşmalarından bu konuyu çok taktığını anladım tatlım ama çözüm önerilerinizi çok iyi buldum. Ayakkabıları her zaman iyi görünmenin asıl noktalarından olarak görmüşümdür ayrıca aldığınız ayakkabılar müthiş…”
Hilary bunu annesiyle arkadaşlarıyla ve moda konusunda bilgili herkesle konuşmuştu ama tekrar tekrar duymak onu rahatlatıyordu. Ne yapabilirdi moda onun tutkusuydu ve kızlar gibi herkesle aynı görünmek fikri onu da rahatsız etmişti.
Kahvaltı boyunca okuldaki derslerden hocalardan konuştular. Bradley’e göre öğretmenler kesinlikle belalıydı ama Hilary duyduğu bu minik bilgiyi büyükannesinden saklamayı uygun gördü. Nede olsa büyükler anlamazdı –tatlı ve iyi niyetli olanlarda dahil- anlamazdı. Onlara göre öğretmenler çocuklarının iyiliklerini isterdi ve her zaman doğru yolu göstermeye çalışırlardı. Eh buda bir bakış açısı tabi…
Büyük annesinin ona geç kalacağını hatırlatması ile son lokmasını hızla yuttu ve aynı hızla arabasına doğru ilerlemeye başladı…
----------------
Georgina’nın saati çaldığında o çoktan ayaktaydı. Rüyasında o gün ne giyeceğini henüz seçmediği aklına gelmiş –ilginç bir önsezi olduğunu pek takmamış- ve uyuyamadan kalkmıştı. Tabi bu sefer gözaltı torbalarından korkmuş ve yüzüne maskede yapmıştı. Şimdi aklı daha da karışıktı. O kadar çok güzel kıyafeti vardı ki ne giyeceğine karar veremiyordu. Sonunda dar grimsi bir gömleğe karar verdi. Altına da tayt giydi. Aynı zamanda rahatta olsa fena olmazdı. Topuklu siyah ayakkabılarını giydi zaten çanta konusunda çok düşünmesine gerek yoktu.
Çanta ve ayakkabıları sıra halinde dururlardı. Her rengin kendi sırası vardı ve bu düzen raflarının dışarıdan da çok tatlı gözükmesine neden oluyordu. Yakından bakanlar için ise düzenin pek önemi kalmazdı çünkü onlar da genellikle mükemmel aksesuarlar cennetinde olduklarını falan sanırlardı, cidden. Geçen sene Becca Long aynen bu cümleyi kullanmıştı; “Mükemmel Aksesuarlar Cenneti.”
Çantasına telefonunu koyarken Hilary’nin mesajını gördü. Güzel arkadaşı bu mesajı onu uyandırmak için atmıştı. Gülümsedi Hil her zaman vaktinde ve temiz iş yapmak isterdi. Bu çabaları arasında da her seferinde bir şeyleri unutup kalırdı. Mesaj amacına ulaşmış sayılırdı yani G onu tam vaktinde görmüştü ama o şimdiden hazır sayılırdı. Saçlarını güzelce vakumlayıp ince bir taç taktı. Kirpiklerine rimel sürüp parlatıcısını da sürünce tam anlamıyla hazırdı. Aşağıya indi onu ilk karşılayan Biscuit oldu. Köpek havlayınca “Biliyorum tatlım bugün anneni özleyeceksin…” diyerek onun başını okşadı. “Ama annen başka insanların gönüllerini fethetmeye gidiyor.” dedi ve şirin bir kahkaha ile sohbetlerini sonlandırdı.
G’nin 8 yaşındaki kardeşi de bugün 2. Sınıfa başlıyordu ve G kadar heyecanlıydı. “Okula süslü gitmenin tadını çıkar G” dedi babası.” bugün kimse gözlerini senden ayıramayacak ama pilili eteklerin geldiğinde herkesle aynı olacaksın...” Babası bunları G’yi sinir etmek için söylemişti çok kafa dengi bir babası vardı ve kızının en zayıf noktalarını da iyi bilirdi. “Ah baba, baba, baba… İstersen sana Winston’da ki yeni moda akımının nasıl ilerleyeceğini küçük bir özet geçebilirim. Bunlar planlanmış şeyler o eteklere uyan yeni bir sürü ayakkabım var benim. Ve ayrıca Winston’da ki etekler tam olarak pilili sayılmaz… Kesinlikle daha modernler.”
”Hey Mike bu yıl en azından okula haftada bir bağış yapıyım tamam mı oğlum?” Küçük Mike ise somurtarak “Baba artık yeter seni ne zaman okula çağırsalar suçsuz olduğumu kanıtlıyorum yani bu konu hakkında konuşmamıza hiç gerek yok” Babası gayet sakin bir edayla gazetesine dönerken, “Tamam yakışıklım seni suçlamadım. Sadece günaşırı aramasınlar haftada 1’e razıyım.”
Pekala erkek kardeşi küçüktü ve yaramazdı. Feci derecede hem de. Ve Georgina’yı en çok sinir eden tarafı her zaman herkese haklı olduğunu kanıtlamaktaki başarısıydı.
Georgina babasının erkek kardeşine takılmasından çok hoşlanırdı. Çocuk bazen o kadar sinir bozucu olabiliyordu ki masadaki krepleri duvarlara yapışırdı. Buda annesinin evi yeniden dekore etmesi için bir bahane olurdu. Aslında mekân dekore etmek Georgina içinde çok eğlenceli bir olaydı. 2 sene önce kendi sınıflarını bile modaya uygun olarak dekore etmişti. Arabasına otururken aklına gelen sahneye güldü. Sınıfın dekorasyonu bittiğinde Jake kızlara bakıp, “Siz kafayı harbiden sıyırmışsınız…” demişti. Aradan 2 yıl geçmişti ama mevzu hala aynıydı. Jake kızların moda tutkusunun aşırıya kaçtığına inanıyordu… Tanrım, bu Jake bir gün beni öldürecek, diye iç geçirdi ve gaza bastı…
----------------
Amelia Jennifer Logan alarmı çalınca hemen yatağından fırladı. Dolabına doğru baktı. Hala orada düzgün ütülenmiş bir ifadeyle giyilmeyi bekliyordu… Ona sahip olan her kızın hayallerini süsleyecek türde bir elbiseydi. Aşırıya kaçmayan kısalığı olsun, rengi olsun... Fakat ona başka bir kız değil Amelia sahipti. Amelia için gününü güzel yapacak her şey şu an çok önemliydi ve elbisesini gördükçe kendini 1-0 önde hissediyordu.
Banyoya girdi ve orada tam 23 dakika harcadı. Odasına geri döndüğünde Grimsi siyah kalem çekilmiş gözleri ile odasını taradı, nihayet gördüğü tarağını kaptığı gibi saçlarını taradı. İyi göründüğüne kanaat getirdiğinde, o güzel bej elbisesini giyindi. Elbise dizinin gerçekten üstündeydi. Evet, okuldaki diğer kızların elbise dedikleri o T-Shirt’ler kadar kısa değildi ama Amelia gene de bacaklarının çıplak kalması fikrinden hoşlanmadığı için -her ne kadar güzel dursa da- dizlerine kadar gelen kahverengi taytını da giyinmeye karar verdi.
Nasıl göründüğüne hiçbir zaman özen göstermemişti. Ama burası farklı bir dünyaydı ve neyle karşılaşacağını kimse bilemezdi. Eski okulunda kimse onunla alay etmezdi çünkü kimse mükemmel görünmeye özen göstermezdi ve herkes birbiri ile arkadaştı.
Fakat burada Winston’da, küçük düşmek an meselesiydi. Kızların hepsi giyimine çok önem verirdi ancak bazıları modanın öncüleri olmayı başarırlardı. Amelia’nın moda öncüsü olmak gibi bir derdi yoktu. Sadece okulda indirimi kaçırmayan favori giysisi pembe pijamaları olan bir kız olarak görünmek istemiyordu.
Son hazırlıklarını tamamladı. Hızlı adımlarla ailesinin yanına gitti. Annesi büyük güne özel mükemmel bir kahvaltı masası hazırlamıştı. Ayrıca özel tariflerinden olan minik kurabiyelerinden de bir tepsi pişirmiş ve hepsini kızlarının ve kocasının önüne sunmuştu. Amelia aşağı inene kadar 4 yaşındaki şirin kız kardeşi Amanda 13 tane kurabiye yemiş ve hala yemek için ısrar etmekteydi.
“Anne harikasın!” dedi genç kız kardeşini öptükten sonra ve kurabiyelerden birini ağzına atmadan hemen önce… Amelia’nın aklı tamamen yeni arkadaş edinme işine takılmıştı. Okula bu kurabiyelerden götürmesi bile arkadaş edinmesi için bir elçi olabilirdi. Tabi Amanda’nın yaşında olsaydı, o liseye başlıyordu orada arkadaş bulması için daha ilginç özellikler bulması gerekirdi.
Okulunda yeni sıkı fıkı arkadaşlar ve hoş çocuklar bulmak istiyordu. Winston hakkında çok iyi şeyler duymuştu. Hoş çocuklar olduğu kesindi ama arkadaş meselesi hala aklını kurcalıyordu. Bunu şimdiden kafasına takmamasını önce okulu görmesi gerektiğine karar verdi.
İlk gün için okula annesi bırakacaktı.Kahvaltısını bitirirken annesi hazırlandı.Ailesinin kendisiyle gurur duyması her çocuk gibi Ameliayı da çok mutlu ediyordu.Annesi hazırlandıktan sonra birlikte arabaya bindilerÖnce Amandayı kreşe bıraktılar.Amelia da hafif bi yeni arkadaş sıkıntısı içindeydi onu neşelendirmek için annesiyle birlikte "Old McDonald" şarkısını söylediler.Kreşden sonra istikamet lise ye çevrildi..Arabada ki konuysa bütün yaz konuştukları konuyla aynıydı..”Winston”…
----------------
Okulun bahçesi inanılmaz kalabalıktı, öğrenciler kendi arkadaş grupları arasında toplanmış, yaz aşklarını, parti facialarını, baloları yani kısaca anlatılmamış tüm dedikoduları, haberleri ve anıları birbirlerine aktarıyorlardı.
Jones’ların limuzini okulun kapısında durdu. Lilly ise hızlı bir hareketle arabadan indiğinde kızlar dâhil, tüm okulun gözleri onun olduğu tarafa kaydı. Lilly ise yalnızca arkadaşlarını görmeye çalıştı fakat ilk kendinin geldiğini görünce hüsrana uğradı. Vakit geçirmek için bir yere oturdu ve etraftakileri incelemeye başladı… Gördüğü her yüz tanıdıktı. Yani bilirsiniz, büyük küçük herkesi tanıyordu, en azından birkaç defa sohbet ettiği kişilerden bahsediyoruz.
Ne denebilir ki aileler bu işi konuşmuştu, “Çocuklarımız aynı okulda okusun.” Ve bazı klişelerin doğumda başlamasının yanı sıra Winston Koleji öğrencilerine bakarsanız onlarınkinin ailelerinin gelecekteki arkadaşlıklarına gebelikte karar verdiklerini görürdünüz…
Cornelia Bennet, limuzindeki televizyonda Dedikoducu Kız’ın 1. Sezon bölümlerinin DVD’sini izlerken abisi Bradley, Serena Van Der Woodsen ve Blair Waldorf’un ne kadar “fena” kızlar olduğundan bahsediyordu. “Tanrı aşkına Brad. Şu lanet olası çeneni en azından okula varana kadar kapalı tutabilir misin?” Bradley ise onaylamadığını ifade eden birkaç ses çıkardı… “Tanrı aşkına ile başlayıp lanet olasıyla devam eden, kısacası tezat oluşturan bu cümleni duymazdan geleceğim kardeşim…” Cornelia’da Chuck Bass’in yüzüne –istemeyerek de olsa- televizyonu kapadı. Abisine baktı ve sırıttı, “Vay be sen tezat nedir bilir miydin? Ben seni okula vakit geçsin diye gidiyorsun biliyordum…” Bradley umursamaz bir tavırla omuz silkti ve ıslık çalmaya başladı. Cornelia’yı nasıl sinir edeceğini iyi biliyordu gerçekten…
Jake Morgenstern arabasını okula doğru sürerken, cebinde bir şeyin titrediğini fark etti. Telefonunun ekranına baktı ve yanıp sönen yazıyı okudu. “ 2 Yeni Mesaj ”
İlk mesaj elbette ki Hilary’nin uyandırma mesajıydı. 2.si ise Lilly’den geliyordu. Mesajı açtı ve açmasıyla gülmeye başlaması bir oldu. “Lanet olsun hangi cehennemdesiniz? Burada yalnız kaldım. Ayrıca Matt’e aşık olan şu Linda Swan vardı ya… Burada ve beni yiyecekmiş gibi bakıyor. Yani acele edin yoksa benim yerime cesedimi falan bulursunuz!”
Telefonu cebine geri soktu ve son sapaktan döndü. Tüm ihtişamı ile Winston binasını gördüğünde ise arabayı yavaşlattı. Galeriye girdi. Arabasını diğer tüm o pahalı ve bakımlı arabaların yanına park etti.
Galeriye galeri denmesinin bir sebebi vardı. Oraya park edilen tüm arabalar mükemmel şeylerdi yani insanların görmek isteyeceği şeylerden bahsediyoruz… Winston gençliği de tüm iyi niyetiyle arabalarını oraya park eder ve insanların gözünü gönlünü açardı.
Hilary Lilly’nin mesajını aldığında gaza bastı. Linda’yı tanıyordu geçen seneden beri büyük bir sorundu. Okula gelene kadar birkaç defa telefonuna baktı. Sorun çıkmış olsaydı Lilly onları bilgilendirirdi öyle değil mi?
Okula girdi ve gördüğü manzara karşısında derin bir nefes aldı. Lilly ve Jake, Jake’in arabasının önünde konuşuyorlardı. Tanrı’ya şükür… diye düşündü. Jake Linda faaliyete geçmeden okula gelmiş.
Georgina müziğin sesini açmış neredeyse bağırarak The Pierces’in “I Shot My Lover In The Head”’ini söylerken aklına Lilly ve Cornelia geldi. İki kız gerçekten büyük The Pierces hayranlarıydı ve Lilly tüm şarkılarını ezbere söyleyebilirdi. Jake ve Matt ise “The Secret” adlı şarkıya sinir olurdu. Hatta bu yüzden Jake ve Lilly resmen büyük bir kavganın eşiğine gelmişlerdi.
Komik ama Georgina’nın da bazı şarkıları dışında The Pierces’i sevdiği söylenemezdi. Fakat Lilly ve Cornelia bunu asla umursamazlardı. Çünkü o, Matt ve Jake gibi hiçbir şarkının üzerinden berbat bir parodi yazmamıştı.
Tüm bunlardan yaklaşık yarım saat sonra tüm takım okuldaydı.
Cornelia telefonunu elinde sallayarak, “Mesajını aldığımda gülmekten öldüm Lilly… Tanrım! Yani cidden Linda Winston’da mı okumaya karar vermiş?”
Lilly ise sırıtarak kafasını salladı, “Ne bekliyordun ki? Matt’in kaydının bu okula olduğu düşünülürse…” Georgina ve Mark gülmeye başladılar. Mattew ise ikisine de öldürücü birer bakış fırlattı ve kuzenine döndü. Tam “Kapa çeneni Lilly” diyecekti ki Jake yanında birkaç hayranı ile yanlarına geldi. Kızlara “Sizinle sonra görüşürüz bayanlar…” dedikten sonra arkadaşlarına döndü ve “E… Konu ne millet?” diye sordu.
Mattew ise gözlerini devirdi ve homurdandı, dediklerinden yalnızca “Linda Swan…” kısmı anlaşılıyordu. Jake ise Lilly’ye bakarak sırıttı, “Ah bende ne unuttum diyordum. Bak ne diyeceğim Lilly, düşünüyorum da şimdi lisedeyiz ve sen yalnız kaldığında bizi çağırabiliyorsun. Peki ya gelecekte ne olacak. Sen kesin evde kalırsın ki buda ömrünün sonuna dek yalnız olacaksın demek… Şimdiden söyleyeyim, o zaman beni çağıramasın haberin olsun…”
“Cehenneme kadar yolun var Jake!” dedi Lilly, Jake’e bakmadan. Jake ise hiç bozuntuya vermeden, “İyi de bunu bilmek için müneccim falan olmak gerekmiyor ki… Şöyle bir bakarsak yaşıtlarıma oranla daha fazla günah işlediğimi söyleyebilirim…”
Cornelia ve Hilary ise birbirlerine bakıp sırıttılar, “Pekala Jake, daha fazla ayrıntı duymak istemiyoruz.”
-----------
Winston’un bahçesi inanılmaz kalabalık ve gürültülüydü… Basket topları sektiriliyor, kızlar çığlıklar içinde birbirlerini selamlıyor ve her taraftan ilk gün "Aman Tanrı'm"ları yükseliyordu... Ama hiç biri Amelia’nın kalp atışlarıyla boy ölçüşemezdi… Güm, güm, güm!
Annesinden iyi şanslar öpücüğü alıp arabadan inerken kendini bu kadar heyecanlı hissetmiyordu aslında... Fakat saniyeler ilerledikçe ve kendini okulun o dev bahçesinde yürürken bulduğunda işler değişti.
Ve birden Amelia Jennifer Logan hiçbir öğrenci ile göz göze gelmek istemediğini fark etti. O burslu kızdı, ham dedikodu maddesi.
Hızlı adımlarla sınıf listelerinin asılmış olduğu duvara doğru ilerledi. Kahretsin! Adı listenin en tepesindeydi yani arada kaynayıp dikkat çekmemek gibi bir şansı olmayacaktı.
Aklına bu sabah geldi… Tek derdinin arkadaş edinmek ya da hoş çocuklar ile tanışmak olduğu o yegâne anlar… Fakat şimdi işler faklıydı. O kurtların arasına düşmüş olan zavallı bir kuzuydu.
Ve işin kötü yanı, bunu fark etmesi biraz geç olmuştu…
---------------------------
Bennet kardeşler arabadan inip çocukların yanlarına gidene kadar Cornelia Brad’leyin onun abisi olmasının o kadar da kötü bir şey olmadığını fark etti... Arada sırada böyle hissettiği zamanlar olurdu ve o zaman abisinin neden ailesinde en sevdiği insanlardan olduğunu yine anlardı. Ki bu anlar şöyle bir düşününce gayet fazlaydı, yinede abisinin varlığının verdiği rahatsızlık kesinlikle ağır basardı. Her neyse, biraz daha devam ederse tüm günü Bradley ile aile bağlarını düşünmekle geçecekti ve Cornelia elbette ki bunu istemiyordu. O lisenin ilk gününü tadını çıkararak yaşamalıydı.
Tamam, okuldaki çoğu kişi önceden tanıdığı insanlardı ama lise farklı bir olaydı ve bu kısa yürüyüşte Bradley’in bu olayda önemli bir yere sahip olduğunu kavramıştı. Okulda gözünüze takılabilecek bütün yakışıklılar Brad’i gördüğü an yanına gelip selam vermişlerdi. Kızlardan sadece birkaçı yanına gelebilmişti, diğerleri yalnızca gözlerini kırpıştırmakla yetinmişlerdi.
Pekâlâ, abisi hoş bir çocuktu ama alo! Yuh yani gözleriyle yemeleri de gerekmiyordu değil mi? İşin en kötü yanıysa abisine bakmakla kalmıyor kendini de uzun uzun süzüyorlardı… Ne oldu, diye düşündü Cornelia, elbisesinin üzerine bir şey mi damlamıştı?
Cornelia’nın lisede ilk günü olabilirdi ama yeterli görmüş geçirmişliğe sahipti kızların da şu an onun hakkında dedikodu yaptığının farkındaydı. Kendini son bir kez kontrol etti. Tanrıya şükür, bu onun için hiç sorun olmayacaktı. Parlatıcısından ve rimelinden son derece emindi ki ayakkabılarına diyecek yoktu! Şimdi yapması gereken onun gibi harika göründüklerine emin oldu arkadaşlarını bulmaktı.
Centilmen abisi onu Lilly’nin yanına kadar getirmişti. Ama işin tuhaf yanı Lilly biraz mesafeli davranıyor gibiydi. O Lilly’di lütfen ama! Bradley’i cidden çok severdi. Ve bu mesafeyi ancak 8 saniye koruyabilirdi. -Tabi ki kendi arkadaşlarına karşı, başkalarına gelince uzatır uzatabildiği kadar... -“Tanrım Brad nasıl oluyor da dün konuştuğumuz da yeni aşklara yelken açmaya hazır olduğunu söyleyip bugün okula sevgilinle gelebiliyorsun?” dedi gayet şikâyetçi bir tavırla ve ardından dudaklarını sarkıttı.
Bradley’in Cornie’ye dönmesi, kaşlarını kaldırıp “Vay be! Kız arkadaşım mı varmış? Sevgili kardeşim bu benim için bile sezona hızlı bir giriş oldu” diye fısıldaması neredeyse tüm olayı çözmüştü. Kızların hepsinin dudak okuma kabiliyetleri sayesinde Brad’in okula girerken yanında bulunan güzelin kendi Cornie’leri olduğunu öğrenmeleri her şeye yeterli olmuştu…
Bradley olayı kısa sürede çözülmüştü ayrıca bu süre içinde Lilly ve Cornelia okulun dedikodu hattının nasıl çalıştığını çözmüşlerdi. Lilly’e “Brad’in sevgilisi” meselesini mesaj atan kız ağacın altındaki sarı çantalı kızdı. Demek ki uzak durulacak insanlardan biri o, iki yanındaki yapma sarışın ve burnu estetikli olan kızdı.
-----------------
Mark Croft, güneşin parlak ışıkları yüzünden yanan gözlerini kıstı ve dikkatini yanında bir şeyler anlatan Jake’e vermeye çalıştı. Bir süre onu dinledi fakat konunun ilgisini çekmediğini fark ettiğinde hepsi farklı birer alemde olan kızlara döndü… Cornelia ve Lilly annelerinin yeni sezon tasarımları ile ilgili konuşuyorlardı. Georgina zaten kusursuz olan tırnaklarını törpüleyip bir yandan da görünüşlerini kontrol ediyordu. Hilary ise başını Georgie’nin omzuna yaslamış elindeki derginin sayfalarını beklide 20. defa karıştırıyordu… Nihayet bunu yapmaktan sıkıldığında başını kaldırdı ve kendine bakmakta olan Mark’ı fark ettiğinde gülümsedi. Gülümsemesi de kendi kadar güzeldi. Güneş ışıkları kadar parlak… Fakat bu parlaklık Mark’ın gözlerini yakmıyor onun yerine içini büyük bir mutlulukla dolduruyordu… O da Hilary’ye gülümsedi ve o an için okulun o tüm kalabalığı etkisini yitirdi yalnızca o ve Hilary kalmıştı… Hatta Mark kendini bu yalnızlığa o kadar kaptırmıştı ki kendine seslenen Jake’i bir türlü duyamamıştı…
Birden omzunda hissettiği acı ile kendine geldi. “Jake sana bir dürt dedim, kolunu morart değil.” dedi Mattew sırıtarak. Jake ise tek kaşı kalkık bir ifadeyle Mark’ı süzdükten sonra Matt’e döndü ve, “İşe yaradı ya sen ona bak.” dedi.
Konuyu büyük bir ilgiyle izleyen kızlardan Lilly çocuklara bakarak şen bir kahkaha attı. “Ya siz kesinlikle su katılmamış rezillersiniz…” dedi kahkahalarının arasından nefesini zor zar ayarlayarak. Jake ise rahat bir tavırla, “Lilly güzelim, iltifatlarını sonraya sakla…” dedi kıza bakarak… Genç kız ise en az arkadaşınınki kadar rahat ve sakin bir sesle, “Oh Jake, eğer bunları iltifat olarak algılıyorsan bende senin için daha çok iltifat var canım…” dedi ve ardından sözlerini kibar fakat anlamlı bir sırıtışla tamamladı.
Matt Lilly ve Jake’e baktı, ardından gözlerini devirdi. “Pekâlâ, siz ikinizin şu muhabbeti bittiyse asıl konuya dönebilir miyiz?” Kimseden ses çıkmadığına emin olduğunda ciddi surat ifadesinin yerini muzip bir gülümseme aldı. Marka döndü ve “E… Dostum nerelerdeydin?” diye sordu imalı bir sesle…
Mark ne demek istediklerini cidden anlamamıştı, ya da anlamak istememişti. Sonuç olarak mantıklı bir yanıt vermektense karşısında duran iki gence boş bakışlar atmayı tercih etti…
Cornelia ise her an kahkahayı basabilecekmiş gibi duran manevi ikizi Lilly’ye sakın dercesine kısa ama net bir bakış fırlattı. Ardından çocuklara dönerek, “Yapmayın… Baksanıza Mark daha kendine gelememiş…” Sırıttı ve devam etti, “Bence bu konuyu daha sonra konuşalım… Nede olsa burada bulunanların yüzde 67’si Mark’ın nerede olduğunu biliyor.”
Matt kaşlarını çattı, bir süre ses çıkarmadı ve kendi kendine yaptığı hesaplamanın sonucunda Cornelia’ya bakarak, “Şey Cornie, aslında g değil… Demek istediğim yüzde 66,666… olacaktı.” Jake ve Lilly aynı anda gözlerini devirdiler ve “Matt!” diye devam etti bu mini protestoya Jake, “Yapma ama be oğlum!”
Olayın dışında olduğunu sanan fakat aslında direk içinde olan Hilary ise arkadaşlarına soru soran bakışlar yöneltti. Fakat kimse zavallı kızın sorusuna cevap veremeden, hoparlörlerde Bayan Carr’ın sesi yankılandı…
“Tüm öğrencilerin yemekhanede toplanması önemle rica olunur.”
Not: Yollanan RP benim çok karakterli bir deneme yazımdan alıntılanmış kısımdır. Belli bir site kurgusu çerçevesinde yazılmamış olmakla birlikte daha uzun hali bir başka RP sitesinde yayınlanmıştır. Kanıtlayabilirim...