Giselle De Loussier
Kız
Şöhret
Yağmur damlalarını iliklerime kadar hissederken, beni bu lanet yere sürükleyen şeyi düşünüyordum. Eugen. Bir asır boyunca aradığım şeyi bana verebilen insanoğlu. Onu bulduğumdan beri ilişkimiz konusunda soğuk davranmaya çalışıyordum. Ancak her ne kadar sevdiğim kişi de olsa, bir insandı. Onun yanında kendimi zor tutuyordum. Bu yüzden onunla bir süreliğine görüşmemem gerektiğine karar vermiştim. Ancak çok uzun bir süre oldu. Onsuz geçen bu süre içerisinde, ona olan aşkım çok daha kuvvetlendi. Derken onu yeniden aramaya koyuldum. Birkaç gün önce buldum onu. Bana, her şeyin bittiğini, beni unuttuğunu söyledi. Ama umursamayıp, onu uzaktan da olsa izledim. Ve bu sabah telefonum çaldı. Arayan oydu. Her zamanki yerde, onunla buluşmamı söylemişti. Başta tereddüt etsem de, yola koyuldum. Beni bu düşüncelerimden ayıran sesi duydum.“Melanie.” Etrafıma baktığımda, onu gördüm. Her zamanki masum çehresine, olgunluk mu eklenmişti ne? Yavaşça yanına ilerlemeye başladım. Yanına gelene kadar sert ve soğuk bakışlarını fark etmemiştim. Zoraki bir gülümseme ile ona baktım. Gözlerini benden kaçırmaya çalışmasını umursamadım. Yılların özlemi ile, onu izlemeye başladım. Bana bir asır gibi gelen bir zaman dilimi sonrasında, sadece; "Neden!" diye bağırdı. Şaşkın bir şekilde neler olduğunu kavramaya çalışıyordum. Daha kaç gün önce bana, beni unuttuğunu söylemişti. Şimdi ise duygular arasında en tutkulu olanı yani nefretini gösteriyordu bana. "Seni sevmiştim Mel. Beni neden bıraktın? Her şey çok iyiydi hani? Neden?" Sanki daha fazla konuşamayacakmış gibi yere çöktü. Şefkatli bir anne gibi, ona zarar vermemeye çalışarak yavaşça sırtını sıvazlamaya başladım.
"Sana daha önce hiç anlatmadığım-hatta kimsenin bilmediği-bir şeyi anlatmak istiyorum. Soğuk ve karlı bir kış akşamı açmışım gözlerimi dünyaya. İlk annemi görmüşüm. Onun simsiyah saçlarının terli alnına yapışmış ve sevimli bir yüz ifadesi ile mutlulukla bana bakıyormuş. Babam annemin doğumunda yanında olamamış. Zaten bu yüzden annem yıllarca bunun dırdırını yaptı. O sırada babam bir iş seyahatindeymiş.
Çocukluğum çok zor geçmiş. O zamanlardan tek hatırladığım babamın doğum günlerimde hep iş seyahatinde olup doğum günü hediyesi olarak ta sadece 20 dolar yolladığı. Ve annemin ise doğum günümde beni arkadaşlarıma yollayıp eve adam aldığıydı. Aslında babam ve annem iyi anlaşırlardı. Sadece babamın anneme para vermesi ve annemin de babamı tatmin etmesi gerekiyordu. Aslında ben onların hayatına seyirci olan biriydim. Ailede pek önem verilen biri değildim. Yakın akrabalarımız bile şükran günlerinde tatile Karayiplere ya da Maldivlere gider sadece anne ve babam için bilet alırlardı. Babamın da zaten işleri olurdu. Bu yüzden annem genç sevgilisi ile gider beni de büyük anneme bırakırdı. Büyük annemle kaldığım zamanlarda ondan piyano dersleri almaya başladım. Sanırım 6-7 yaşlarındaydım. Bana küçük Mozart diyorlardı. 4-5 sene okul müzikallerinde ve bazı konserlerde parçalar çaldım. Hatta besteler yaptım. Ta ki o kaza olana kadar. Kasvetli bir sonbahar gecesiydi. Hava yağmurluydu. Şimşekler çakıyordu. Aslında pek iyi hatırlayamıyorum. Sadece büyükannemi ziyarete gittiğimiz bir geceydi. Ve ben büyükannemin piyanosunun üstünde notalarımı unuttuğumu hatırladığım için arabadan inmiştim.
Büyük annem kapıyı kocaman bir gülümsemeyle açmıştı. Ancak sonradan sanki biri çığlık atmış gibiydi. Ve çarpışma sesi. Arkamı döndüğümde de karşılaştığım manzara karşısındaki tepkim bayılmak olmuştu. Çünkü ezilmiş ve aslında rengi beyaz olup kırmızıya bulanan bir Mustang. Ancak en ilginci ise babamın o uğruna doğum günlerimi , tatillerimizi ve resitallerimi kaçırdığı o ikinci annem çarpmıştı. Sonrasında gözlerimi beyaz bir odada açtığımı hatırlıyorum. Yanımda büyükannem ağlamaktan perişan olmuş.Bana ikisinin de öldüğünü söylediğinde ki tepkim oldukça ilginçti. Sadece sustum. Ne ağlayıp isyan ettim ne de mutlu oldum. Sustum. Genç kızlığımda bu olayın acısını halen hissetsem de susmaya devam ettim. Her zaman sakin ve sabırlı oldum. Asosyal bir genç kız olarak hayatıma devam ettim. Ta ki onunla tanışana kadar. Evet bütün genç kızların hayallerini süsleyen, o beyaz atlı prensim. Ailemden miras kalan malikanenin yanındaki karanlık malikaneye taşınmıştı. Aslında asosyal biri olduğum için, hemen tanışamamıştım onunla. Sadece uzaktan izledim. Ancak bir gece malikaneme gelip, bana etrafı gezdirip, gezdiremeyeceğimi sordu. Uzun zamandır ilk kez konuştum o gün. "Tabi ki" dedim ve gezmeye başladık. O gece çok samimi arkadaş olduk. Bana aslında kendisinin bir prens olduğunu ve buraya da kraliyetten uzak kalmak için geldiğini söyledi. Her geçen gün ona biraz daha aşık oluyordum. Ve bir süre sonra çıkmaya başladık. Geceleri ailesinden gizli buluşup, vakit öldürüyorduk. Saçma sapan konulardan konuşup duruyorduk. Sırf konuşmuş olmak için konuşuyorduk. Bazen de sadece susuyorduk. Birlikte olmamız bile yetiyordu bize böyle zamanlarda.
Birkaç sene sonra bana evlenme teklif etti. Her şey çok güzeldi. Sanki hayatın oynadığı acı oyunların yerini, güzel günler alıyordu. Ailemden geriye kalan büyükannem de birkaç sene öncesinde hayatını kaybettiği için, düğünüme çağırabileceğim kimsem yoktu. Onun da ailesi krallığa geri dönmek zorundaymış. Bu yüzden çok az kişi olacaktı düğünümde. O gün gelmişti işte. Her şeyin değişeceği o gün. Ailesinin bana gönderdiği gelinliği giymiştim. Uzun ve saten. Sade incilerle işli, sıfır kollu ve güzel dekolteli bir gelinlik. Güzel olmuştum o gece. Beni kapının önünden aldı ve karanlık bir mahalleye doğru götürdü. Onunla bir ömür yaşayacağım için çok mutluydum. Ve karanlık bir kiliseye geldik. Yıkık dökük bir kiliseydi. Ama umursamadan ilerleyip, kiliseden içeriye girdik. Yırtık perdeler, yıkık duvarlar ve farelerin eskittiği, çatlak tahta oturaklar. Düğünümün olacağı yerin böyle olacağını asla tahmin etmemiştim. Zoraki bir gülümsemeyle ona baktım. Bana ilerlemem gerektiğini söylediğinde, bir sorun olduğunu fark ettim. Neler olduğunu sordum. Bana ters cevaplar verince oradan ayrılmaya çalıştım. Ama beni güçlü kollarıyla yakaladı. Ve sürükleye sürükleye beni kilisenin tam ortasında bulunan, kısa boylu taş masanın üzerine yatırdı. Yardım çığlıklar atmaya başladım ama işe yaramayacağının farkındaydım. Bu mahalle resmen terk edilmişti. Sonra suratında şeytani bir gülümsemeyle, güzel gelinliğimi parçaladı. Önce sert ve soğuk organıyla, sonra da sivri dişleriyle sahibim oldu. Ve her şey karardı. Önce acı, sonra da soğuk. O geceyle ilgili tek hatırladıklarım bunlar. Sonrasında gözlerimi ipek kumaşlar arasında açtım. Ve sonrasında yepyeni bir hayata başladığımı anladım.
O gelip bana her şeyi anlattı. Evliliğimizi ve vampirliğini. Tepkim de oldukça dikkat çekiciydi. Ne aptal aşıklar gibi kollarına atladım, ne de ondan tiksinir gibi kaçtım. Her zamanki gibi sadece dinledim. İlişkimizi bozmadım. Çünkü onların evlenme tarzları böyleymiş. Ama ona olan aşkım bitmişti. Sadece fiziksel birliktelikti benim için. Tutkulu bir aşık olduğunun farkındaydım. Bana olan bağlılığının. Evet bana ihtiyacı vardı. Hatta saplantı olmuştum onun için. İlişkimiz ilerledikçe, gecelerimiz de daha acı verici ancak, daha zevkli geçiyordu. Ancak bir süre sonra dayanamayıp kaçtım. Evet. Çünkü aşk istiyordum. Yepyeni heyecanlar. Bu yüzden ondan kaçtığımdan beri milyonlarca ilişki içine girdim. Hatta kadınlarla bile birlikte olmuşluğum vardı. Ama hiçbir zaman doğru kişiyi bulamadım. Bir süre daha aradıktan sonra, vazgeçtim. Aşkın beni unuttuğunu düşünüp, onu aramaktan vazgeçtim. En aciz zamanımda geldin bana. Hiç ummadığım bir yerde, hiç ummadığım bir zamanda karşılaştım seninle. Bu şeytanın bir oyunu diye düşündüm başta. Ama o kadar saf ve sevimliydin ki, o loş ışıkta bile etkilenmiş bakışların, o çocuksu gülüşün, beni deli etmeye yetiyordu. Gerçek aşkımı bulmuştum evet. İnsandın. Ama zarar vermeye korkacağım bir insan. O sırada seni sonsuza kadar seveceğime yemin etmiştim zaten, Eugen. Şimdi de söylüyorum. Sevgilim. Seni sonsuza dek seveceğime ve koruyacağıma yemin ederim." Yüzünü yerden kaldırdığında ağlamış olduğunu fark ettim. Benden hızlı davranarak dudaklarımı, o yumuşacık, sıcacık dudakları ile kavradı. Kendimi daha fazla tutamayıp, onun ellerine teslim ettim.
Dudaklarımız birbirinden ayrıldığında, ikimiz de nefes nefese kalmıştık. Gözlerinde kendimi kaybederken, sesinin o kırılgan tonunu duyabiliyordum. "Seni sonsuza kadar seveceğim Melanie Moreau. Ve seni bir daha asla, ama asla bırakmayacağım." Sözleri oldukça sert, ancak bir o kadar da kırılgandı. Bensizken neler çektiğinin bir aynası gibi. Ve bu sözler karşısında hayatımda ilk kez ağladığımı fark ettim. Gözlerimden akan yaşlar ve Eugen'in varlığı, bana özlemini duyduğum insanlığı, yeniden hissettiriyordu.