Ad Soyad: Kelvin Diggor
Cinsiyet: Erkek
Seçiminiz: Şöhret
Kapkaranlık ve ıssız odada tek başıma, gözlerimi tavana dikmiş kahkahalarla gülüyordum. Ama gözyaşlarım içime akıyordu. İçime ağlıyor, yalnızlığımı içime atıyordum. Yalnız değildim aslında. Güzel bir arkadaş grubumuz vardı. Ama kendimi milyonlarca kedinin arasında narin bir fareymiş gibi hissediyordum. Kediler, zararlı yaratıklardı benim için. Bir fare olarak onlardan korunmaya ve onların savunmasız anlarında onlara saldırmaya çalışıyordum. Kızlar benim için kedi gibiydi. Ama eğer kızlar kediyse, onların da beni köpek olarak düşündüklerine yemin edebilirim. Acı çektiğimi kimse anlamıyordu. Aslında beni kimse anlamıyordu. Belki de ben, kimseye kendimi açmıyordum. Her zaman dışa dönük ve çok konuşkan bir yapıya sahip olmama rağmen, bu konuda kime kendimi açabilirdim ki? Kim bana inanırdı ki? Onlara göre, duygusuz p*çin tekiydim ben. Kızlarla oynayan, oynadıktan sonra kirli bir mendilmişçesine bir kenara fırlatan ve fırlattıktan sonra yeni bir mendili elime alan biriydim. Onu da kirlettikten sonra yeni bir mendili kullanmaya başlıyordum. Bu yüzden artık kimse bana inanmıyordu. Aşk ve ben, siyah ve beyaz gibiyiz. Birbirimizin tam zıttıyız denebilir. Birine âşık olsam da kimse inanmazdı. Ama bu sefer deli gibi âşıktım. Altı yıldır tanıdığım o kız, hâlâ beni fark edememişti. Ona karşı duygular beslediğimden haberdar değildi, olması da mümkün değildi. Onu görmek umuduyla yatakhaneden çıkmaya karar verdim. Altıma bir kot, üstüme de beyaz bir gömlek geçirdim ve ayna karşısında ıslık çalarak saçımı taradım. Yatakhaneden çıktım ve ortak salona doğru yavaş ve istikrarlı adımlarla ortak salonun yolunu tuttum. Orada olmasını deliler gibi istiyordum. Ortak salona vardığımda gözümle etrafımı taradım. İşte pırıl pırıl sarı saçlarıyla ve zarif görünümüyle karşımda duruyordu. Beni tanımıyordu bile. Sadece birkaç kere konuşmuşluğumuz vardı. Yanına gitmek için cesaretimi toplamaya çalıştım. Pek başarılı olduğumu söyleyemem. Şöminenin yanında bağdaş kurmuş bir şekilde oturuyordu. Kollarını dizine yaslamış, yere koyduğu kitabı okuyordu. Beni hatırladığını bile sanmıyordum. Yanına çömeldim ve oraya oturdum. Önündeki kitaptan başını kaldırdı ve bana baktı. Işıl ışıl gülümsemesi beni deli ediyordu. Dilim tutulmuştu. Kendimi konuşacak kadar güçlü hissetmiyordum. Aslında ağzımı bile açamıyordum. Kız hâlâ bir şey söylememi bekliyordu. Benden tek çıt çıkmıyordu ama. Yok işte, konuşamıyordum. Benim konuşmadığımı görünce,
“Şey, merhaba.” dedi kız. Onun o tatlı sesi, beni büyülüyordu adeta. Elinde asası olup olmadığını merak ettim. Hiçbir kız bende bu etkiyi yapmamıştı. Gözlerim eline kaydığında kızın elinde hiçbir şey olmadığını gördüm. Aşk iksiri de yasak olduğuna göre, sanırım ben sadece âşık olmuştum. Kızın bana büyü yapmasına gerek yoktu. Kız büyünün kendisiydi. Herkesin bayıldığı muhteşem gülümsememle karşılık verdim. Kızın bu gülümsemeye karşılık afalladığını görmek beni baya mutlu etmişti.
“Merhaba.” Söylediğim sözler ve davranışlarım çelişiyordu. Bir tek davranışlarım değil, mantığım da çelişiyordu. Kısaca ben çelişiyordum. Çok soğuk gibi göründüğümü biliyorum, ama kekelemeyeceğimden emin olmadığım için az ve öz konuşmayı tercih etmiştim.
“Ne haber?” diye bana bir soru yöneltti biricik meleğim. Sanki sarı ipeksi saçları havalanmış kanatlarıyla süzülüyordu havada. Bir melek izlermişçesine bakıyordum güzel yüzüne.
“Kötüyüm, sen?” O melek yüzündeki tatlı gülüşünün çekilişini izlerken gözlerim dolar gibi oldu. Onun gülümsemediğini, hatta tam aksine somurttuğunu gördüğüm an gözlerim dolmuş gibi hissettim. Bir melek her zaman mutlu olmalıydı.
“Bir şey mi oldu?” Evet, bir tanem… Ben âşık oldum… Sana hem de… Senin gibi mükemmel bir varlığa âşık oldum ben. Bana âşık olmayacak bir mükemmeliyete âşık oldum ben. Hayatımda gördüğüm en muhteşem kişiliğe âşık oldum ben. Âşık olduğumu anlatmak isterdim ona. Kelimelere dökülemeyecek, soyut bir kavramı ona kelimelerle anlatmak isterdim. Ama ne yazık ki anlatamazdım. Gözlerimi gözlerine dikmiş bir şekilde bir süre onu izledim. Bana biraz şaşkın bir şekilde bakıyordu. Bunu anlamak bu kadar mı zordu? Normal bir kız olsa büyüleyici bakışlarımdan etkilenip dudağıma yapışırdı. Ama o normal değildi. Bu yüzden seviyordum onu. O benim bir tanemdi.
“Âşık oldum. Hem de çok iyi tanıdığın birine.” Sözlerimi devam ettirmeden önce işaret parmağımı dudaklarına götürüp susması için bir işaret verdim. O narin yüzünü ellerimin arasına aldım ve gözlerimi gözlerine sabitledim. Dudaklarımı araladığımda sesimin büyüsüne kapılmış gibi görünüyordu.
“Sana âşık oldum. Seni istiyorum. Sadece seni. Onu, bunu değil. Sana âşık oldum. Bu peri kızının bana âşık olmadığını bilsem de itiraf ediyorum işte. Seviyorum seni Lynnette.” Lynnette bana ağzı açık bir şekilde bakıyordu. Cevabını çok merak ediyordum, ama ölene kadar böyle duracak olsak ve hiç cevap vermeyecek olsa ben böyle durmayı tercih ederdim. Gözlerinden usulca akan birkaç damla gözyaşını görünce içime yeniden ağlamaya başladığımın farkına vardım. Onu ağlatan kişiyi öldürmek istiyordum. Kendimi öldürmek istiyordum. Ben sadece onu istiyordum. Fazla bir şey değil.
“Edgar, ben…” Hayır, o sözcüğü duymak istemiyordum. Ellerim istemsizce yana düştü ve buz gibi bir şekilde geri çekildim. Hemen elimi tuttu ve cümlesine devam etti.
“Ben de seni seviyorum.” İşte bitmişti. Beni söylemişti. O artık benimdi. Meleğim seçimini yapmıştı ve beni seçmişti. Bu bir mucize gibiydi. Akan gözyaşlarını elimin tersiyle sildim ve onun dudağıyla benim dudağımın buluşmasına izin verdim. Hem saçlarında gezdiriyordum ellerimi, hem de onu doyasıya öpüyordum. Dudaklarımız ayrıldığında başını omzuma yasladı ve saçının kokusunu içime derin bir şekilde çektim. Saçını, dudaklarını öpercesine öptüm yine. Bir süre öyle durarak. Hayatımın anlamı oydu işte…