Misafir Misafir
| Konu: Ambrosia Miller Cuma Tem. 09, 2010 1:51 pm | |
| Ad Soyad: Ambrosie E. Miller Cinsiyet: Kız Seçiminiz: Şöhret Örnek Rp: - Spoiler:
Boğucu bir gündü , uyanmak istememişti ama annesinin sesi -yine!- onu tatlı uykusundan uyandırmıştı. Yeşil gözlerini örten gözkapaklarını sıkı sıkı kapatırken bunun bir rüya olmasını diledi ve uykusuna devam etmeye çalıştı. Tabii ki annesi onu sarsınca irkilerek yataktan fırlayıp annesinin karşısında dikilmişti. Kızıl saçlarını ve gülümserken oluşan gamzelerini ve ani kızışlarını aldığı kadına baktı. Kadın bezginlikle ona bakıyor ve başını iki yana sallayarak kendi kendisine söyleniyordu. Pencereden içeri giren güneş ışıkları kadının ve kendisinin kızıl buklelerini aydınlatırken annesinin canının sıkkın olduğunu hissetmiş ve onu daha fazla kızdırıp üzmemek için odasını toparlayıp , üzerini değiştirmeye başlamıştı.
Siyah file çorap üstüne yeşil kısa bir etek giymiş ve siyah bir tshirti de üzerine geçirerek kızıl saçlarını toplamıştı. Aynada kendisini süzerken annesine olan benzerliğine gülümsemişti. Annesi gibi o da kendi payına çok canlar yakma yolunda gidecek gibiydi. Ah biraz daha şakalarını azaltsa fena mı olurdu? Ama hayır , şakalarıyla ve davranışlarıyla o bir bütündü ve bunu hiçbir şey değiştiremezdi. İç çekerek odasına son bir kez baktı ve asasını cebine yerleştirip söz yüzüğünü sağ elinin yüzük parmağına takarak aşağıya , mutfağa inmişti.
Annesine gülümsemiş ve onu çok sevdiğini söyledikten sonra sakin sakin kahvaltılarını yapmıştı ikisi de. Pek konuşmazlar daha çok ifade ve mimiklerle anlaşırlardı. Bunun büyük etkisi de annesiyle ne zaman konuşmaya çalışsa bunun tartışmaya dönmesi ve en sonunda ikisinin de kırgınlıkla evin farklı köşelerine dağılmalarıydı. İri yeşil gözlerini annesinin ela gözlerine yöneltiyordu arada sırada. Kocaman kız olması annesinin onu hala alışverişe birlikte gitmeleri için zorlamasına bir engel değildi. Annesinin meşhur peynirli omletini biraz mutluluk biraz da kendisi o kadar güzel yapamadığı için kıskançlıkla yiyen Myrenala yemekler bitince tabakları lavabonun içine koyarak suyu açtı ve süngerin üstüne biraz deterjan koyarak onları ovup köpürtmeye başladı. Bu işlem bitince sudan geçirerek durulayıp havluyla kuruladı ve yerleştirdi. Bu günün karanlığın başlangıcı olduğunu nereden bilebilirdi ki? O akşamın herşeyi değiştireceğini?
Dışarıdaki parlak güne adım attıklarında gözlerini kısmak zorunda kalmıştı biraz. Beyaz tenini çok sevdiği için parlak günlerde genelde koruyucu birkaç iksir kullanırdı ama bugün unutmuştu ve hava ona boğucu geliyordu. Annesinin buğday renkli teni de güzeldi tabii ama bu kadar beyaz olan tek aile üyesi olmanın verdiği farklılığı da kaybetmek istemiyordu haliyle. Yolda yürürken birkaç oğlanın kendisini gözlemlediğini farkedince kızarmıştı biraz. Yine de derin bir nefes aldı ve bu bakışlara alışması gerektiğini kendi kendisine birkaç milyonuncu kez anlattı. Annesiyle gidecekleri iki yer vardı sadece. Kitapçı ve terzi. Önce terziye uğramışlar ve bir hafta önce sipariş verdikleri kaliteli kumaştan cüppeler , gömlekler ve eteği aldılar. İşçiliğe hayran hayran bakan Myrenala ev işinde bu kadar ileriye gidemeyeceğini düşünüyordu.
Dükkanda işleri bitince kitapçıya uğrayan anne ve kız boş olan kitapçıda işlerini çabucak halletmişlerdi. Myrenala tek tük arkadaşlarını -düşmanlarını- görünce hafif masum bir gülümsemeyle baktı onlara ki onun masumiyeti büyük bir kargaşanın habercisiydi. Annesi ise ancak kızı okula gittiğinde öğrenecekti gizemli bir şekilde canavar kitapların o çocukların üzerine salındığını ve birkaç imp'in de onlara katıldığını. Suçluyu araması için çok uzağa bakması gerekmezdi , zafer edasıyla arada sırada hafifçe gülümseyen Myrenala olduğu belliydi ama kızamazdı ki hiçbir zaman ona. O bebekken kaç kere ölümden döndüğü için bu gücü bulamazdı kendisinde
Eve geldiklerinde teninin hala yandığını hisseden kız ateşi dindirici iksirlerden biraz sürmüştü tenine ve limonun tanıdık ferahlığı onu rahatlatırken biraz uzanmıştı koltuğunda. Küçük bir uykuya dalan kızı uyandıran annesinin çığlığı ve duvarlarda oluşan ölüm yiyen işaretleriydi. Babası geri gelmiş olmalıydı. Korku midesini felç ederken yeşil gözleri irice açılmış ve annesinin çığlıkları tüm bedenini sarsmıştı. Onu kurtarabilmeyi istiyordu. Gerçekten istiyordu. Görünmeden kavga alanına gitmiş ve babasının yere düşen asasını ele geçirerek olanlara baktı. Kanlar içinde yerde yatan , yüzünde korku ifadesiyle, ela gözleri ardına kadar açık olan ve dudakları çığlık atarken donan genç bir kadın. Onun başında bekleyip gülen siyah kıvırcık saçlı psikopat bir ölüm yiyen. Adamın asasını adamın bedenine doğrultan genç kız nefreti iyice hissederken dudaklarından dökülen kelimeleri içinden isteyerek söylemişti.
*Öleceksin Edgard Dixie. Öleceksin ve ruhun gibi kokuşmuş olan Cehennem'ine gideceksin. Bunu sağlayan da biraz önce öldürdüğün zavallı meleğin kızı , senin bir zamanlar kızın olan ben olacağım.* Adam geriye dönemeden dudakları aralandı ve yapmakta olduğu büyünün sözleri çıktı dudaklarından zehirli bir tatlılıkla. Bebeğini uyutan bir anne gibiydi. "Avada Kedavra" Cansız beden kanların içine düşmüş ve yüzü annesinin ayağına kapanır vaziyette kalmıştı. Myrenala ne yapacağını düşünürken masum bir ifade takınmış ve Seherbazlık Büro'sunu harekete geçirmişti. Cesetler hallolurken Myrenala bir süreliğine bakıcı bir büyücü ailesinin yanına verilse de o gün gelecekle ilgili kararını vermişti genç kız. Karanlığın temsilcisi olacaktı ama Ölüm Yiyenler gibi değil. Elinden geldiğince onları yok edecekti ama o seherbazlar gibi değil. Eğer mümkün olsaydı o seherbazları da öldürecekti çünkü aslında dengenin olmasında etkili değillerdi. Yolculuk yaparken bu düşüncelerle içten parlıyordu kızın gözleri. Tıpkı annesinin ölmeden önce gözlerinin parladığı gibi..
Ah söylemeyi unuttum. Çift kişilikliyim ben ve bir de ikinci kişiliğimi dinleyin. Bakalım hangisine inanacaksın?
Benim adım Myrenala. Gözlerimi açtığım dünya karanlık ve acımasızlığını ben daha bebekken göstermeye başlamıştı masum yeşil gözlerime. Beyaz tenim karanlıktan korkarak kaç gece ağlamalarla kıpkırmızı oldu bilmiyorum ama geceyi yararcasına yükselen çığlıklarım malikaneyi sardığında annemin kucağına alındığımda susardım anca. Kızıl saçları, beyaz teni ve bana sevgi dolu cğmleler fısıldayan pembe dudaklarını tamamlayan okyanus mavisi gözbebeklerini şimdi bile anımsarım. Dudakları sevgiyle yanağımdan öperken, kollarıyla beni yumuşacık sarmalarken güvende olmanın verdiği huzurla bebekçe kahkahalar atar ve annem olmadığında huysuz bir bebek olup insanları ısırır, onlara tükürür ve bıçakların yanına gidip pek gürültücü misafirlerime atardım. Annemi benden uzak tutamazlardı ve annem de beni bırakmazdı genelde. Çığlıkla uyanmayayım diye beni kucağında uyutur, kızın saçları tül bir perde gibi etrafımda dolanırken masallar anlatırdı. Mutlu sonla biten peri masalları. Uyuduğumda da gözlerinin üzerimde olduğunu bilirdim çünkü bir melekti o. Uyurken bile beni düşündüğünü ve sık sık iyi miyim diye kontrole gelişini bilirdim. Uykusuz kaldığı gecelerde bile gülümserdi bana ve ben de gülümseyerek agulardım ona.
İlk dişlerim çıkmaya başladığında annemin canına okumuştum. Yumuşacık olduğu için hiçbir şey bulamazsam gidip annemin parmaklarını ısırır kaşıntımı gidermesini isterdim. O ise burnuma dokunup bana emziğimi verir ve kahverengi saçlarımı toplar, mamamı hazırlar ve şarkı söyleye söyleye tatlı bir mavilikte gülümseyerek yedirirdi bana mamamı. Ben büyürken hayattaki karanlık babamın anneme kızmasıyla yeniden dahil olmuştu. Kelimeleri tam anlamasam da annemin yaşlarla dolan gözlerinden babamın kötü biri olduğuna karar vermiştim. Bir öcüydü o. Meleğimi nasıl kırabilir, güzelim gözlerini nasıl yaşlarla doldurabilirdi?! Ben de ceza olarak onu hep ısırmaya başladım. İlk kez dört yaşımda bana el kaldırmıştı. Annem o sırada mutfakta yemek yapıyordu ve ilk kez gözlerinde yatan kaplanı görmüştüm. Babam o gün dışarıda kalmak zorunda kalmıştı. Annem benim kahramanımdı.
Okula başlamama yakın karanlık bana iki hediye verdi. Ben dışarıdayken babam felç geçirerek merdivenden düşmüş ve başını trabzandaki kırığa saplayarak ölmüştü. Annem ona o kadar demişti tamir ettirelim diye. Ee ihmal ölüme neden oluyordu demek ki. Bu haberi aldığımda yeşil gözlerimde şeytanın yattığını gördüğünü söylemişti hizmetçimiz. O kadar büyük bir zevk duymuştum ki cenaze düşüncesi açıldığında üzgün durmam gerekirken kahkahalarım evde çınlamış ve ardından babamın eşyalarını parçalamak için odasına gitmiştim. Anneme vurduğu baston şöminede yanarken önemli mektupları elimde parçalanmış, değerli takımları elime geçirdiğim bıçakla değersiz kumaş parçaları olmuştu. Yavaş yavaş sinir krizine girmeye başladığı sırada annesi koşarak gelip bıçağı almış ve beni göğsüne bastırarak sakinleştirmeye çalışmıştı. Beni de kaybedebilme düşüncesi onun en büyük korkusu haline geldiğinden küçük bir eve taşınmayı kafasına koymuştu. Tabii ki cenazeden sonra. Babamın ailesine mektuplar yazıkmış ve beyaz orkideler siperiş edilmişti.
Cenaze Moskova'da bir kilisede yapılacaktı. Apar topar oraya giderken bembeyaz giyinmiştim çünkü siyah herzaman giydiğim renkti. Babamın cenazesiyle o rengin lekelenmesini istemezdim. Annem kocasını çok seviyor olmalıydı ki cenazede bayılmıştı. Üzüntüden hasta olup gözlerimizin önünde bir anlık kaymayla uçurumdan düşmüştü. Bedeninin parçalarını topladığımızda midem bulanıyor ve tüm sesler sanki su altındaymışım gibi geliyordu kulağıma. Meleğim, meleğim gözlerimin önünde ölmüştü! Tüm duygularım dehşete dönerken dizlerimin bağı çözülmüş ve bedenim oyuncak gibi yere düşmüştü. Tek renk siyah olurken insanların telaşlı çığlıklarını hayal meyal duyduğumu sanıyordum. Ne zaman kaldırdılar, ne zaman hastanedeki çarşaflara konuldum bilemiyorum. Yeşil gözlerimi gecenin karanlığına açtığımda tek hissettiğim yanmaydı. İnce kağıt gibi gecelik üstümdeyken yataktan kalktım. Kimsem kalmamıştı ve çığlık atarak ağlamaya başlamıştım. Gözyaşlarım yüzümü ıslatırken gözlerim kıpkırmızı kanlanmıştı. Sıcak daha da basarken pencerenin önüne gidip zorlayarak açıp pervezına oturdum. Soğuk rüzgar içime işlerken tek istediğim güneşin doğmasıydı. Kısa bir süre sonra gün ışıkları gözüme batınca kalkıp yatağıma döndüm ve kendim bile şaşırarak huzurlu bir uykuya daldım.
Şu an beşinci sınıftayım ve okuldaki zindanlardan birinde unutuldum. Çığlık atacak gücüm kalmasa da okula zarar vererek çıkacaktım artık buradan. Zifiri karanlığı sadece kapının yanındaki mum aydınlatırken kapıya baktım. Tahtaydı ama ağır bir tahtayı kıramazdım. Asamı kapıya yönlendirerek 'Bombarda Maxima!' diye fısıldadım sertçe. Kapı büyük bir gürültüyle dışarı doğru patlarken tozdan dolayı öksürdüm. Ortalık düzeldiğinde çıktım ve yavaş adımlarla Büyük Salon'a doğru yönelip içeri girerek masamıza oturdum. Yemeklerin belirmesini beklerken müdürün konuşması canımı çok sıkmmıştı doğrusu. İçimden -yeter artık- diye geçirdim. Yemekler belirince en yakınımda olan kalamarlara yönelip patates kızartmasını da alarak yedim ve tatlıda da büyük bir miktarda dondurma yiyerek ertesi günkü mide üşütmemi garantiledim. İnsanlarla birlikte ortak salona gittiğimde yatakhaneye gidip geceliğimi giydim ve yumuşacık yatağıma gömülerek gözlerimi kapadım. Tek duyduğum zihnimdeki çığlıklardı ama onları dört yıldır susturamamıştım.
|
|
Gossip Girl Lütfen rütbe edininiz
Mesaj Sayısı : 678 Kayıt tarihi : 30/06/10
Bilgiler Puan: Bunlara gerek yok.
| Konu: Geri: Ambrosia Miller Cuma Tem. 09, 2010 3:07 pm | |
| Constance Billard & IV. Sınıf | |
|