Duyurular | |
Gossip Girl | ~ NY gençleri neredesiniz? Dedikodularınızı bekliyorum. Bilgi için tıklayın.
Seviliyorsunuz. Xoxo |
Yönetim Kadrosu |
|
|
| İş adamı/ kadını alımları | |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
Misafir Misafir
| Konu: Geri: İş adamı/ kadını alımları Perş. Ağus. 19, 2010 12:26 pm | |
| Ad Soyad:Victoria J. Preéds Yaş:27
Örnek RP:
- Spoiler:
* Geceliği yatakta sürekli yer değiştirmesinden dolayı sıyrılmıştı üstünden. Teninin buz gibi havayla temas ettiğini hissettiğinde, gözleri hemen açılmıştı. Soğuğa gelemezdi genç kız. Uyanmasının yüzünde bıraktığı memnuniyetsizlik farkedilmeyecek gibi değildi. Uykusuna düşkündü, Ravenclaw'a düşkün olduğu kadar. Uykusunu soğuk havanın bölmesi hiç hoşuna gitmemişti, gecelik giydiği için kendine lanet etmişti, artık pencereleri kapayacağına ve pijama giyeceğine dair yemin etmişti kendine. Yataktan yavaşça doğrulurken, uyuşuk bir şekilde gözlerini ovuşturuyordu. Bir yandan da gevşemiş vücudunu forma sokmaya çalışıyor, kollarını arkaya geriyordu. Kızıla yakın kahve uzun saçları burnuna geldiğinde hapşuracak gibi oldu, yatakhanede olduğunu hatırlaması biraz geç olmuştu. Cılız sesli olduğuna dua etti, biraz homurdanma dışında kimseden bir tepki gelmemiş olması yüzündeki saçma ifadeyi değiştirdi. Hafifçe kıvrıldı dudaklarının kenarları, elleri ise asasına yöneldi. Ağzından çıkacak tek bir kelime bekliyordu asası, yine de Ravenclaw cadılarını uyandırmak istemezdi Lorinna. Her ne kadar Slytherinler'e göre daha normal olsalar da uyku temel bir ihtiyaçtı ve kendi uykusunun kesilmesinden hiç hoşlanmazdı. Düşünceli bir kız olmuştu her zaman, asasını elinden bıraktı. Cübbeyi üzerine geçirdi hemen, altında geceliğinin eteği gözüküyordu. Umrunda bile değildi aslında bu, gecenin ikisinde kim kütüphanede olabilirdi ki? Mantıklı gelmişti bu düşüncesi, kütüphaneye gidecekti. Saçlarını biraz düzeltmekle yetindi sadece. Cübbesinin ne kadar kötü durduğunun farkındaydı ama şimdi umrunda değildi. Parmak ucu adımlarla koridorlara attı kendini, etraftaki huysuz tabloları inceleyerek ilerliyordu. Kütüphaneye inmek için merdivenlere yöneldi. İki kat, en az on dakika uğraştıracaktı onu merdivenler. Bunun şans işi olduğunu biliyordu, yine de hiçbir zaman çabucak inememişti merdivenlerden. Yine öyle oldu, beş dakikalık bir bekleme sürecinin arkasından üçüncü katta buldu kendini. Garip bir şekilde titriyordu bedeni, sanki bir şey olacakmış gibiydi. Kütüphaneye ilerlemeye devam etti, artık ayakkabıları ses çıkarıyordu. Elleri saçlarındaydı. Tahta kapının önünde durduğunda, bir gölge düşmüştü. İçeride biri vardı, kim olabilirdi ki bu? Rezil olacak hâli yoktu, yine de içindeki ses yatakhaneye dönmemesini söylüyordu. Sağ eliyle asasını kavradı, yandan bir gece lambası aldı ve ilerledi. Anlam veremediği bir cesurluk kaplamıştı benliğini. Lambayı yukarısında tutuyordu, hâlâ açılmak için çırpınan gözleri sadece dolunay görmemişti. Işıkların aydınlattığı pürüzsüz yüz, Marquis'e aitti. Çocuğun Slytherin olduğunu biliyordu, yine de umursamıyordu hiçbir şeyi sanki. Ondan etkilendiğini düşünüyordu, Jaska'dan ayrıldığından beri bu cümle somutlaşmıştı. Ondan ayrılmasının sebebi de bu çocuk değil miydi? Emin olamıyordu. Hiçbir şeye anlam veremeyen gözleri irice açıldı. Aklından cümle kurmaya çalıştı. Bir sürü cümle geliyordu aklına, ama hiçbiri doğru gelmiyordu ona. Ayakları da titriyordu şimdi. Aciz ve korkak biri gibi göründüğüne emindi. Elindeki lambayı düşürmemek için uğraşverirken, mümkün olduğunca tatlı bir sesle konuştu. "İyi geceler, Marquis'ti değil mi?" Sırf laf olsun diye konuşmuştu, adını elbette ki biliyordu. Yavaş ve çekingen adımlarla yanına ilerledi çocuğun. İlk defa böyle garip hissediyordu kendini. Gecenin verdiği uyuşukluk değildi bu, sanki onunla birlikte farklı bir dünyaya gitmişti. Çocuğun yanına geldiğinde duraksadı, güzel görünmeye uğraşacak zamanı yoktu. Masaya ilişti dolunayda parlayan yeşil gözleri, bir şey çiziyordu. Gereğinden güzel çizdiğini farketti, bir an duraksadı. Resimde kendini gördüğüne yemin edebilirdi. Çocuğun konuşmasına fırsat vermeden konuşuvermişti. "Çizim mi yapıyorsun? Gözlerim seçemiyor şu an, hatta bir an kendim sandım ama benden güzel çiziyorsun." Kızaran yüzü bir domatesi andırıyordu, gözlerindeki merak ve uyuşukluk onu kim bilir nasıl çirkin yapıyordu şimdi. Gözlerini kaçırmaya çalıştı, resime bakmayı denedi. Kendisiydi bu, veya bilmediği bir ikizi vardı. Aklını kurcalayan soruya çocuğun bir cevap vermesini bekliyordu bir an önce.
Boş ve uyuşuk bakışlarının bir anlam kazandığını hissedebiliyordu. Hissedebildiği tek şey bu değildi, sadece çocuğun gözlerine bakarken bir sürü şey geçirmişti aklından. Elindeki lambanın çocuğu rahatsız ettiğini farkedince, aşağı indirdi. Onun yüzünü seçmek çok zor olmuyordu, şayet sanki ay sadece onu aydınlatıyordu, ıssız kütüphanede ve karanlık gecede. Çocuğun yüzüne bakmaktan utanıyordu, bayan asosyale bağlamıştı. Normalde hep canayakın ve sosyal bir kız olmuştu, şimdi ise boğazı düğümlenmişti. Her konuşmaya çalıştığında boğazındaki acıdan başka hiçbir şey hissetmiyordu. Beatrix geldi sanki gözlerinin önüne bir an. Onunla hep erkekler hakkında konuşurlardı. Herkes hakkında konuştuklarını düşünüyordu. Marquis hakkında ise hiç konuşmamışlardı. Düşüncesi değişirken, ilk defa Beatrix'in yakışıklı dememesinden memnuniyet duyduğunun farkı vardı. Sanki kimseyle paylaşamadı bir an için onu, kendisi için yaratıldığını düşünüyordu. Saçmalaması bile güzel geliyordu kendine şimdi, Marquis'in gözlerine bakarken düşündüğü her şey güzel geliyordu. Hogwarts'ta olmaktan hiç bu kadar zevk aldığını hatırlamıyordu, Jaska'yla öpüşürken bile. Belki de Jaska doğru kişi değildi. Bilmiyordu. Jaska'yla Marquis için mi ayrılmıştı? Lorinna hiç açıklama yapmadan, Jaska ayrılmıştı. Belki de o istemişti ayrılmayı, o başkasını seviyordu. Sanmıyordu, onun da kendisine aşık olduğunu biliyordu. Marquis'e olan ilgisini farketmiş olmalıydı, ne zaman çocuğu görse duraksıyordu. Yutkunuyordu ve kalbinin delicesine çarptığını hissediyordu. Belki de hiç burada olmamalıydı, yatakhaneye gidip uyumalıydı. Çocuktan kaçmalıydı, bu nedenle acı çekmeyecekti. Yapamazdı, onsuzluğun daha çok acı çektireceğinden adı gibi emindi. Her şeyi ona bağlıyordu, derslere bile artık öğrenmek için değil, onu görmek için giriyordu. Onu göremediği zaman, kalbi sıkışıyor ve bazen de fenalaşıyordu. Bu aşk değil de neydi? Peki ya Beatrix'e verdiği söz? Hani hiç sevgilileri olmayacaktı? Bu sözü Jaska'yla çıkarak bozmuştu, bundan onun haberi olmaması ne kadar kötüydü. Yalancı biri olmak. Kendinden nefret etmesine yetmişti. Şimdi de Marquis. Peki bunu Beatrix'e nasıl anlatacaktı? Anlatacak mıydı? Ne diyecekti peki. Adını koyamadığım duygular yaşıyorum ama aşk olması olağan mı? Düşüncelerine dalmışken, çocuğun sesiyle irkildi. "Bazı insanların yüzü farklıdır, mükemmel değildir belki ama hem imgesel hem gerçekseldir. Çizerken garip bir rahatlık duyarsın, beğenilmeme ihtimali yokmuş gibi." Bu sözlere hayran olmamak mümkün müydü? Çocuğa biraz daha kapılmamak, çok zordu. Çocuğun gözlerine baktı, yutkunduktan sonra gözlerini kıza çevirmişti o da. Gülümsemeye çalıştı, Marquis devam etti cümleye. "Senin yüzünü de aynı böyle tanımlayabiliriz. Hatta biraz da ötesi. Yüzünü çizmeyi seviyorum, umarım rahatsız olmamışsındır çizmemden?" Yüzünü çiziyordu. Steve de yetenek olsaydı diye düşündü. Sırdaşını çizer miydi? Evet, çizerdi. Gördüğü herhangi bir portreyi çizebilirdi Marquis. Onu çoğu zaman çizerken görüyordu. Tahmin ettiği şeyin olmaması da ihtimaldi. İkisinin de gözlerini birbirlerinden ayırmaması, Lorinna'ya garip bir şekilde cesaret veriyordu. Sanki birazdan gidip Marquis'e ona olan ilgisini anlatacaktı. Aslında öyle olmasını isterdi, diyebilmeyi. En azından vicdan azabı çekmezdi, 'Hayır!' dese ve bir daha onun yüzüne bakmasa üzülürdü belki ama içinde sıkıntı olmazdı. Her saniye kendi kendini yemezdi ve en azından yaslanacak bir omuz vardı her zaman. Steve onu hep beklerdi. Gidip onun yanında litrelerce göz yaşı dökse, yine de saçlarını okşayacağını biliyordu. Onu hep, 'Sana çocuk mu yok Lorry, saçmalama!' diye teselli edeceğini biliyordu. En kötüsü Marquis'i dövmeye kalkacağını da biliyordu ki sevdiğine zarar gelmesinden kötü bir şey olamazdı onun için. Artık sevdiği diyebiliyordu ona, nasıl hissettiğinin farkına varıyordu. Artık bir cevap vermesi gerektiğinin bilincinde olmasına rağmen, git gide kırmızılaşan yanaklarını gizlemeye çalışmakla cevabını geciktiriyordu. Aklında kuracağı cümle taslak olarak kalmışken, uzatmadan mırıldandı. "Ah, hiç rahatsız olmam. Beni çizdiğini görmek, gururlandırdı beni. Aslına bakarsan, aşık oldum. Yani resme." Kendine lanet ediyordu. Afallamanın da ötesiydi bu artık. Aşık oldum demişti, her ne kadar resme diye düzeltse de hiçbir işe yaramayacağını düşünüyordu. Biraz şanslıysa cümleyi eksik söyleyen bir kız olarak tanırdı Marquis onu, ki dönemin en zeki öğrencisinin böyle bir hata yapmayacağını düşünüyor olabilirdi. Kendini salak biri gibi tanıtmayı hiç bu kadar istememişti. Kendine gelmeye çalışıyordu. Saçlarını biraz karıştırdı ve gözlerini çocuğun gözlerinden çekti. Biraz düşündü, yine yanlış bir cümle söyleyemezdi. O kadar da salak olamazdı ya. Biraz homurdandıktan sonra ince bir sesle konuşmaya başladı. "Imm, yanlış anlama bir narsist değilim. Hatta güzel bulmam kendimi. Ama bu resim çok güzel olmuş. Sağol." Şimdi bu düşünmüş hâli miydi? Elini alnına götürdü, hafifçe vurdu. Yanaklarının kızarmadığını farketti, alışmış gibiydi. Yine de düşünse de düşünmese de afallıyordu. Her cümlesinde biraz saçmalık vardı ve biraz daha yanlışa tahammül edemeyecekti. Başkası olsaydı karşısında bu kadar afallamanın karşısında çoktan terkederdi. Hoş, başkasının karşısında afallamıyordu. Ne Jaska'nın ne Kevin'in ne de Steve'in karşısında bu kadar afallamamıştı. Saçlarını karıştırmaya devam ederken, lambayı masanın üstüne yavaşça bıraktı. Esnedi önce, sonra balo geldi aklına birden. O anki uyuşukluğundan cümleleri sesli söylediğinin farkında değildi. "Ah, balo. Jaska'ya ne diyeceğim ben? Seninle gelemem, ben başkasını seviyorum mu?" Mu kelimesini vurguladığı için kulağında yankılandı. Kulağında yankılanmasının tek bir açıklaması olabilirdi. Sesli mi söylemişti yani? Yoo, hayır. O kadar da salak olamazdı. Bunu yapamazdı. Yapmamalıydı. Çocuğun yüzüne bakacak cesareti bile bulamadı kendinde. Elini sertçe alnına vurdu bu sefer. Yüz ifadesi iyice şaşkınlaşmıştı. Yanakları sanki çökmüş gibiydi. Telaşlı bir sesle konuştu. "Sesli düşündüğümü söyleyemeyeceksin değil mi?"
Bir yandan kendini Beatrix ve Jaska'ya karşı suçlu hissederken, diğer yandan Marquis bütün suçlarını aklıyordu sanki. Onu, şu anda tanıdığı herkesten üstün tutuyordu. Midesinde kabarcıkların oluşup, patladığını hissedebiliyordu. Jaska'yla çıkmadığında bile böyle hissetmediğini biliyordu. O ne yapıyordur şimdi diye düşündü, Marquis'in gözleri ise bu düşüncenin aklından iki saniyede silinmesini sağladı. Artık duygularını tanımlamakta güçlük çekmiyordu, Marquis'e aşıktı. Onu seviyordu. Belki karşılıksızdı ama geri dönemeyecek kadar büyümüştü sevgisi. Durduramazdı. Peki Marquis'in yüzünü çizmesi, doğal bir şey miydi? Olağan mı karşılamalıydı bunu, gecenin üçünde arkadaşını çizebilir miydi bir insan? Bilmiyordu, tek bildiği şey profesörlerden azar yiyeceği ama 'O'nunla olduğu için umursamayacağıydı. Garip bir güven dolmuştu içine şimdi, mavi gözleri içine çekiyordu onu. Bu durumdan rahatsız olduğu söylenemezdi ama salak durumuna düşmeyi istemiyordu. Hoş, daha ne kadar salak durumuna düşebilirdi ki? Oldu, seni seviyorum da deseydi. Aslında demesi gerekiyordu ama diyebilir miydi? Hazır cesaret varken... Derin bir nefes aldı, kendini tam hazırlarken Marquis konuştu. "Ah, ne kadar kabayım." Belki de Tanrı istemiyordu söylemesini. Çocuğun cümlesini düşündüğünde, bir anlam veremedi. Niçin kabaydı ki? Kötü bir şey söylememişti, asıl saçmalayan Lorinna'nın kendisiydi. Marquis doğruldu, sandalyeyi çekti ve oturmasını işaret etti. Yüzünde bir gülümseme belirdi ve cübbesini çekiştirerek oturdu sandalyeye. Işık tam gözüne giriyordu, çocuğa bakamamasının sebebini bu nedenle geçiştiriyordu şimdilik. Niye bana bakmıyorsun gibi bir soru alırsa, yanıtını gözüme ışık giriyor olarak verebilirdi. Belki tam tatmin edici bir cevap olmazdı ama işe yarayabilirdi. Sesli düşündüğünü biliyordu, yine de sorduğu soruya bir cevap gelmediğinden geçiştirdiğini düşündü. Belki de hiçbir şey söylememişti ve çocuk bir anlam veremediğinden dolayı konuşmamıştı. Kibarlığından vazgeçmemek içindi belki de. İçinden, çok aptalmış diye düşündüğüne emindi. Kendini rezil etmeye bir yere kadar katlanabilirdi ama aptalmış gibi görünmeye asla. Hemen onu sevdiğini söyleyecek ve bu saçma utangaçlık seramonisine son verecekti. Sözde tabii, bunu yapmak o kadar zor geliyordu ki ona. Ya gözlerindeki ışık sönerse, ya bir daha onu göremezse, her gördüğünde, koşarsa, sadece gölgesi olarak kalırsa... Buna katlanamazdı, bir süre sonra söyleyecekti. Sükûneti bozmak istemedi, mecbur kaldı. Duyduğu ses, kafasının tekrar çocuğa çevrilmesine neden oldu. Genzini temizleyen çocuk, bir şeyler söylemeye hazırlanıyor olmalıydı. Ya da bu bir Lorinna'yı konuşmaya teşvik etme çalışmasından ibaretti. İlk tahmini doğru çıktı, çocuğun değişimde olan sesi kütüphanede yankılandı. "Sanırım söyleyeceklerini tam ifade edemeyen ya da içindekileri söylemekten çekinen iki kişiyi misafir ediyor bu gece kütüphane." Kısık ses ona mutluluk getiriyordu sanki. Cümlenin anlamını düşündüğünde, çocuğa hak vermeden edemedi. En azından kendi tarafından. Peki bunu niye söyleme ihtiyacı duymuştu ki çocuk? Yoksa, o da... Daha mantıklı bir açıklaması yoktu. Merakla açıldı gözleri, bütün uykusu kaçmıştı. Kulaklarını açmış, Marquis'i dinliyordu. "Hiç kendimden beklemeyeceğim biçimde optimistim." Yüzünde oluşan gülümsemeye karşı koyamamıştı. Yine de merakla ne diyeceğini bekliyordu. Aslında duymak istediği iki kelime vardı şu an için, başka kelimeler hüsrandan başka bir şeye yol açmayacaktı. Biliyordu. Görebiliyordu, iyi bir şeyler olacağını görebiliyordu. Gelecekten çıkması gerekti, geleceği değiştirmek Marquis ve kendisine bağlıydı. Marquis ona dönük değildi, belki de bu yüzden çok rahat bakabiliyordu Lorinna, ona. Her zamanki gibiydi, hiç farkedilmeyen kız ve derslerde takip takip edilen oğlan. Bir kere derste göz göze gelmişlerdi, domates gibi kızarmıştı. Onun dışında, çocuğun kendisine baktığını görmemişti. Umutsuzluğa kapılmamalıydı, şu anda en son ihtiyacı olan şeydi bu. Çocuğun kurduğu cümleyi dinledi sessizce. "Aslına bakarsan ben de aşık oldum ama resme değil." Artık rahatça umutsuzluğa kapılabilirdi. Bundan daha kötü ne olabilirdi ki? Başka birine aşık olmuştu ve şimdi bunu Lorinna'ya mı anlatacaktı? Çocuğun gözlerini üzerinde hissedince rahatsız olmadı, sadece bu garip bir histi. Lorinna, ona aşık olduğunu anlamışken, onun başkasına aşık olması adil değildi. Bunu kendisine söylemesi hiç adil değildi. Oturup, küçük bir bebek gibi ağlayabilirdi. Kabul edemezdi bunu, başkasını sevmesini. Göz göre göre kaybediyordu onu. Aşık oldukları kişileri söyleyebilecek kadar samimiler miydi ki? Aklında koca bir soru işaretinden başka bir şey yoktu. Birden Marquis'in pürüzsüz yüzüne okkalı bir tokat atma isteği doğdu içinde. Kendisinin olmayacaksa, kimsenin olmamalıydı. Hayatını değiştirecek kelimeler gelirken, soluk gülüşlü bir yüzden ibaretti her şey. "Resimdeki yüze." Yutkundu, Marquis ne demişti böyle? Aşık olmak kelimesini duyunca duyduğu kin, cümlenin devamı ile yok oldu. Resimdeki yüz kendisiydi, yani Marquis de ona aşıktı. Daha ne isteyebilirdi ki? Şaşkın yüzünde sinsi bir gülümseme belirdiğinde ise, kafasında nasıl bir cümle kuracağını tasarlıyordu. Eski kitapların tozları burnuna geldiğinde hapşurdu. Fazlasıyla rahatsız edebilecek bir şekilde hapşurduğunu biliyordu, toza karşı olan alerjisini engelleyemiyordu maalesef. Kızarmış burnunun yanında kızarmış yanakları da vardı. O kızarıklıkların geçmesini istiyordu ama nasıl normal davranabilirdi ki? Şimdi dans edip, çığlık falan atacaktı. Kendini dizginlemeye çalışarak, gözlerini gözlerine dikti. Yanaklarının kızarıklığının geçtiğine yemin bile edebilirdi. Kısa ama etkili en iyisi diye düşünüp, kısık bir sesle konuştu. Sesindeki mutluluk okunuyordu. "Ben de çizene, galiba." Kaslarının gevşediğini hissetti, aldığı derin nefesi rahatça verdi. Sonunda söylemişti, yutkundu. Cesaret belirtileri oluşmuşken, konuşmaya karar verdi. "Aslında bunu iki hafta önceki iksir dersinde farkettim ama bugün emin oldum." Alnındaki terleri silerken, kalbi küt küt atıyordu. Şu an sadece Marquis'i görüyordu gözleri. Beatrix ve Jaska'yı çoktan unutmuştu. Claudia'yla konuşmalıydı. Sevinini paylaşacak birine ihtiyacı vardı, engelleyecek birine değil. Zaten Beatrix'ten yeterince azar işitecekti ve ailesinden. Bir Slytherin'e aşık olmak... Kendisine artık garip gelmeyen bu kavramın ailesi tarafından nasıl karşılanacağını tahmin edebiliyordu. Belki de hiç söylememeliydi ailesine. Her şey güzel gidecekti, tabii sarışın bir Ravenclaw her şeyi öğrenip, ailesine yetiştirmezse. İntikam, Beatrix'in gözünü kör edebilirdi, biliyordu.
|
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: İş adamı/ kadını alımları Perş. Ağus. 19, 2010 12:44 pm | |
| |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: İş adamı/ kadını alımları Ptsi Ağus. 23, 2010 1:24 am | |
| Daniel Cross 23
Rp pm ile admine gönderilmiştir. |
| | | Laela Cryptic Lütfen rütbe edininiz
Mesaj Sayısı : 903 Kayıt tarihi : 30/06/10 Lakap : Queen L.
Bilgiler Puan: 20
| Konu: Geri: İş adamı/ kadını alımları Ptsi Ağus. 23, 2010 1:26 am | |
| | |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: İş adamı/ kadını alımları Cuma Ekim 15, 2010 11:43 am | |
| Ad Soyad: Uriel Sneijder. Yaş: Karar vermedim buna, fakat bir iş adamı olacak kadar yetişkin. Örnek RP:- Spoiler:
Rollergate Apartmanı’nın çatısı masallarda anlatılan Harpy yuvasından farksızdı. Her yerde dik duran inşaat demirleri, bu kadar yüksekliğe rağmen otların savrulduğu bir alan. Karşıdan hedefin bulunduğu iş merkezini gören bu yüksek çatıya üstüm Clive ve ben işverenlerimiz tarafından verilen giysi ve silahlarımızla çıkmıştık. Zihinsel transformasyon dışında hep düşük çeneli olan üstüm, yine çenesini açtı ve uzun uzun planı anlatmaya başladı. ‘’Vincent, beni dinle. Şimdi çatıdan iş merkezinde gördüğümüz altı nöbetçiyi-ikisi kapıda olmak üzere-haklayacağız. Bak, görüyor musun? İş merkezi ile bulunduğumuz çatı arasında bir elektrik hattı var. Hatta bağlanmış yalıtkan kancalı halkalar ile karşıya geçeceğiz ve bodrum kısmına kadar kimi görürsek görelim temizleyeceğiz. Anladığını umuyorum, sonrasında da yaşlı cadalozun zihniyle uğraşacağız, işin en zor kısmı. Haydi hazırlan!’’ Clive’dan aldığım emir ve direktifler dizisi sonrası uzun namlulu, dürbünlü silahlarımızın başıan geçtik. Çatının kenarına monte edilmişlerdi, her şekilde görülmeleri mümkündü fakat çatıdaki görevimiz uzun sürmeyeceği için bunda da bir sakınca görmedik. Zamanımızın kısa olduğunu bildiğim için iş merkezindeki hedeflere hızlıca göz gezdirdim. Clive üçten geriye saydı ve ateş! Yukarıdan aşağıya doğru susturuculu tüfeklerimizle ateş ettik, hemen akabinde daha ufak yapıdaki otomatik silahları ve diğer bazı şeyleri aldıktan sonra kancalardan tutunarak elektrik hattından karşıya doğru uçmaya başladık. Bu, resmen birinin zihnine girerken boşlukta süzülmek gibi bir şeydi. Yalnızca biraz daha fazla acı. Derken, elektrik hattı bizim ve silahlarımızın net ağırlığına dayanamayarak aşağı indi, bunu hissedebildim. Clive önce davranarak çatının kenarına tutundu, fakat ben çatının hemen altındaki pencereden odaya doğru uçtum. Gayet sert bir şekilde yere çarptığım için sol omzumun çıktığını hissedebiliyordum, hafif de olsa bir sızlama vardı omzumda. Ulaşacağımız kişinin adamları yukarı çıkmaya başlamadan odadaki masanın kenarına yaslandım ve çıkan omzumu yerine getirebilmek üzere bazı hareketler yaptım. Kemiklerin birbirine çarpmasına benzer bir sesin sonunda, omzum yerindeydi. Sızısı da hafiften geçtikten sonra otomatik silahımı alarak ayağa kalktım ve odaya girmeye çalışan iki kişiyle o an karşılaştım. İkisi de yere yığıldıktan sonra ayağımla silahlarını öteye attım, kapanan kapıyı açarak merdivenlere yöneldim. Fakat bir gariplik vardı. En üst katın merdivenlerindeydik ve çatıya açılan kapıda görevliler hareket etmek veya çatışmaya girmek yerine zihinsel etkileşim içerisindelerdi. Bir dakika.. Hatırladım, güç birliği! Güç birliği denilen olay, birkaç kişinin birlikte yaptığı bir zihinsel transformasyon sırasında ruhlarını bedenlerinden tamamen ayırması ve ruhlarını tamamen zihnine girdikleri kişinin hizmetine sunması. Bir kişinin bu tür bir etkileşimde de ne kadar ruhu zaptedebileceği kişisel gücüne bağlıydı ve bu etkileşimin anlamı ruhların kontolünü alan kişinin fiziksel ve zihinsel işlevlerini normalden iki-üç kat daha iyi gerçekleştirebiliyor olmasıydı. Fakat bu şekilde gerçekleşen bir transformasyon uzun süreceğinden, uzun süredir burada olmalıydılar. Yani varlığımı biliyorlardı. Birden, ruhlarını bağışlayan üç dört kişi merdivenlere yığıldı ve çatı kapısına yakın olan adam gülümsedi, gözlerini açtı. Bana tekrar baktı ve bir bok yığınına bakarcasına tiksindi, ardından sinirlendi ve çığlık atarak üzerime doğru yöneldi, tam zıplayacakken çatı kapısını kırarak giren Clive herifi yere mıhladı. Hızla aşağı inerek diğerlerine ateş etmeye başladı ve beni de peşinden sürükledi. Anlamıyordum; hem nasıl bu kadar bir çalçene, hem de nasıl bu kadar soğuk bir asker olabiliyordu?
En üst kattan itibaren aşağı inmeye başladık. Ben merdivenlerde karşıma çıkanları gravyer peynirine çeviriyordum, Clive ise pompalı tüfeğiyle yere çiviliyordu. Oh hayır; merdivenlerde bir grup daha görmüştüm şimdi, çatıdakiler gibi bir etkileşim içerisindelerdi. Clive fazla bekletmeden herkesin yoğunlaştığı kişinin kafasını dağıttı, ben de diğerlerini tarayarak yoluma devam ettim. En alt kata gelmiştik şimdi, aldığımız talimatlar ve verilen bilgiler doğrultusunda görevin gidişatını belirleyen yaşlı cadının bodrum katında olduğunu tahmin ediyorduk. Ve bodrum katına doğru yol almaya başladık. Clive bodrum kat merdivenlerine inerken direktif verdi yine. ‘’Vincent, dikkat et. Birinci kat boştu, hepsi bodrum katında gizlenmiş olabilirler. Şimdi, bina planına bakarsak..’’ Bina planına bakılırsa bodrum, ileride ana hedefimizin bulunduğunu tahmin ettiğimiz odaya doğru giden iki uzun dehlizden oluşuyordu. Planı gördükten sonra aşağı indik, soldaki dehlizden ilerideki ışığa doğru yürümeye başladık(diğer dehliz büyük metal bir kapıyla kapanmıştı). Ara sıra sağ ve sol taraflarda kapılar görüyorduk, fakat silahımızın eklentileri dahilinde olan fenerlerle öylesine bir baktığımızda göze çarpan bir şey olmuyordu. Dakikalar geçti, ışık gittikçe yaklaştı ve bir oda oradan yavaş yavaş seçilmeye başladı. Odaya doğru koşar adım ilerlemeye başladık ve birden o odadan adamlar fırladı. Ani bir hareketle duvarlardaki kapılardan birine gömüldüm ve oraya saklandım, fakat Clive bu sefer çabuk davrananamamıştı, omzundan vuruldu. Onun saniyeler içinde kevgire dönüşmemesi için, yaralanmam pahasına onu ordan çektim ve yanıma aldım. Nasıl olsa bana şimdilik lazımdı, onu göz ardı edemezdim. Onu yanımda tutmaya devam ettim ve ara sır kapıdan kafamı çıkararak odaya doğru ateş ettim. Odanın girişindekileri hallettiğime kanaat getirdikten sonra yavaşça destek olarak Clive’ı kaldırdım, ona destek olacak şekilde odaya ilerliyordum. Cesetlerin üstünden geçerek, Clive’ın sağladığı yavaşlıkla odaya vardık. ‘’Neden sus sus işareti yapıyorsun! İstediğim gibi de konuşurum işte!’’ Clive’ı hemen odanın girişine oturttum ve hiç tereddüt etmeden içeri girip yaşlı bunağın yanındaki elemana ateş ettim. Adam hızlıca yere yıkıldıktan sonra kadın zihinsel etkileşim için davrandı, fakat ben ellerine ateş edince bir kedi gibi ciyaklamaya başladı. Cevabını bildiğim hâlde kendimi, kendime şu soruyu sormaktan alıkoyamadım kadının zihnine ekip arkadaşımla girmeye başlamadan hemen önce. Kim , neden yardım eder ki bu yaşlı cadıya?
Rutin bir şekilde, her zamanki gibi yıldızlarla dolu o boşlukta yüzüyorduk üstüm Clive’la birlikte. Zihnin kapılarına ulaşılmadan önceki son yolun üzerindeydik. Gittikçe hızlanıyor, ilerideki beyaz kütleye ulaşmaya çalışıyorduk. İşte o kütle; bütün hayâlgetirenler arasında ‘’Anne’’ olarak bilinen yaşlı cadalozun beynindeki giriş kapısıydı. Kontrolün kendisinde olduğu zihninin, hayâl dünyasının kapısı. Bizim onun zihnine ulaşmak istememizin sebebi ise Anne’nin hayâlgetirenlerin kralı olarak nitelendirilen Harlaus’a karşı gerçekleştirdiği ihanet idi. Kral Harlaus uzun yıllar süren araştırmaları sonucu, kişinin zihnine girme anından itibaren başlayan zihinsel transformasyon(aktarım) sırasında gerçekleştirilmesi mümkün olan obsesyon olayının(ruhsal-zihinsel kavramda beden kontrolü); obsedör kişi, yani zihin içerisinde bedeni kontrol edebilecek kişinin obsesyon sırasındaki aksaklıklarını ve obsesyon olayının gerçekleşmemesinin sebebini bulmuştu. Zihinde obsesyon olayının gerçekleşmemesinin sebebi ise; demateryalizasyon(algılanabilen bir şeyin algılanamaması, yani bedensel gerçekliğin ruhsal gerçekliğe dönüşmesi) durumunun kontrol edlilen kişinin zihninde yeterli gerçekliği sağlayamaması ve bu durumdan ötürü ektoplazma(obsedör kişiye ait partiküller, madde)nın kontrol edilen kişinin zihninde yer bulamamasıydı. Kral Harlaus bu olayına tersine çevirerek(materyalizasyon) zihinde ruhsal ve bedensel olarak bulunmayı başarmış, zihin aracılığıyla bedeni kontrol edebilmeyi mümkün kılmıştı. İşte ‘’Anne’’ olarak bilinen cadalozun çaldığı da buydu, bu işlemin nasıl sürekli hâle getirilebileceği. ‘’Anne’’ kendisi gibi usta hayâlgetiren adamlarıyla birlikte bir gece yarısı Harlaus’u basmak üzere saraya girmiş, kralın adamlarıyla birlikte bir çatışmaya girmişti. Adamları hızlı ve sessiz bir şekilde temizledikten sonra kralın odasına girmiş, temassız bir şekilde zihinsel transformasyonu(telefonlardaki bluetooth gibi) deneyerek başarıya ulaşmış ve kralı alt etmişti, sırrını da çalmıştı. Ve Kral Harlaus onu yakalayan, sırrı geri alıp Anne’yi öldüren kişilere büyük ödüller vaat etmişti günler önce. Yani üstüm Clive ve ben, Kral Harlaus’a bağlı olarak çalışan ödül avcılarıydık.
Yıldızlarının arasından süzüldüğümüz bu koca siyah boşluk, bizi gittikçe çekik gözlü hainin zihin kapısına yaklaştırıyordu. Biz üstümle orada ruhsal olarak bulunsak da; havayı, içinde bulunduğumuz boşluğu ve yaşanabilecek çeşitli değişimleri hissediyorduk. Ve bize bahşedilen bu fiziksel algılardan biri de gerçekleşmiş gibiydi, havada bir değişim hissettim. Bizden başka hareket eden birileri varmış gibi. Bir an için kafamı hafifçe geriye çevirdim ve baktım, geriden belli bir düzen sağlamış beş-altı tane duman kutlesi yaklaşıyordu. Clive’ı hemen dürttüm ve arkamızı işaret ettim, bir an için bütün krallık düzeninin içine de etmiştim fakat bunun bir şuan için önemi yoktu(Hayâlgetirenlerde krallık düzeyinde usta-öğrenci, kral-ast, üst-ast ilişkisi çok önemlidir, katıdır). O da arkasına bakarak suratını astı, rahatı kaçan bir ihtiyar gibiydi. Biz süzülmeye devam ederken yüzünü bana döndü ve konuştu. ‘’Vincent, bu gelenler Anne’nin zihnen ayık kalmayı başarmış adamları! Onlar da etkileşimimize katılmayı başarmış, eğer bizden önce Anne’nin zihin kapısına ulaşırlarsa güç birliği oluşur ve o kapıdan asla geçemeyiz! Şimdi, bunu sana daha önce hiç öğretmedim. Tek şansın ve kısa bir süren var. Süzülmeye devam et ve odaklanabildiğin kadar odaklan, elinde biriken ve patlamaya hazır bir güç düşün. Onu odaklandıkça büyüt, büyüt ve gücü benliğinde hissettiğinde bırak kendini. Aynı yüzerken birden kendini salıp dönmek gibi, kendini sol tarafa doğru hafifçe çevir ve Anne’nin zihin duvarını kır!’’ Anne’nin adamları peşimizden sürüklenirken odaklanmaya başladım. Hain bunağın zihniyle aramızda pek uzun olmayan bir mesafe kalmıştı, bundan dolayı gittikçe odaklanıyor ve gücü kendimde hissetmeye çalışıyordum, güçle bir bütün olmaya çalışıyordum Uzakdoğu felsefelerindeki gibi. Yaklaştığımız hedef ve arkamızdan sürüklenenlerle mesafemiz gittikçe azalmışken, hazır olduğumu fark ettim. Hemen ardından Clive’ın dediğini uyguladım -o da benle aynı anda uygulamıştı-, bir kasırga gibi hızla dönmeye ve hızla ilerlemeye başladık. Saniyeler içerisinde Anne’nin taştan, bembeyaz zihin duvarına çarptık ve orda bir matkap edasıyla döndük, duvar dağılmaya başlayınca biz de yavaşlayıp savrularak durduk. Biraz önce peşimizden gelen duman yığınları da durdu ve dağılmaya başladı, aynı hain bunağın dağılan ve ortalığı dumanlarla kaplayan zihin kapısı gibi. Her yer bir duman bulutundan ibaret olunca çevre kısa bir süre için sessizleşti, ardından duman kütleleri kaybolarak yerini Anne’nin dünyasına bıraktı…
|
| | | | İş adamı/ kadını alımları | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |