Ad Soyad: Richard Carl Dawson
Cinsiyet: Erkek
Örnek Rp:
(-Hogwarts RPG'de Kullanmaya Fırsat Bulamadığım Bu RP'yi Paylaşmamda Bir Sorun Yaşanmaz Umarım
-)
İstenmeyen bir ailenin, maske takmış iyi çocuğunu oynuyordum. Maskemin ardındaki gizli ışık bir yerlerden bağırıyordu. Bağıramasa bile fısıldıyordu kulak deliklerimden içeri. Ailemin kötü olmasına karşın benim iyi kalpli bir malukat olmamdan korkuyorlardı. Gözlerimi kapatıyordum artık. Uçurumdan atlamıştım ve rüzgar çok sert esiyordu. Havada rüzgar beni sağa itse kayalıklara çarpıp parçalanacaktım. Sola itse kumsala çarpıp az çok kemiklerim kırılacaktı. Ama yaşardım, ne olursa olsun yaşardım. "Benim babam yok!" dediğim zamanlar oluyordu. Fakat lanet bir hediyeyle bu fikri kafamdan kör kasaturayla kazıyorlardı. Ailemin tek çocuğuydum. Babam gerçek babam değildi. Olsaydı hissederdim aynı kan ve et! Karşımda duran ve işten gelmiş olan 30-40 vücut yaşında ki beyin yaşı benimkinden küçüktür. Eski Rasathane'den gelmiş ayaklarını komodinin üzerine atmıştı. Annem çok titiz bir kadındı siyah ve sıkı saçlarını topuz şeklinde semsert toplar ve o klasik gözlüğünü takardı "Tatlım yemek hazır!". Oturma odası çok da büyük değildi. Orta boydu ve eşyalar neredeyse bütün odayı doldurmuştu. Odanın ortasında bir sehpa ve karşılıklı yanlarda olan iki uzun koltuk ile bir televizyon vardı. Odanın içinde yürürken tahta tabandan cızırtılı sesler geliyordu. Gerçekten eski ve ahşap bir evdi. Üvey sandığım babamın zengin olduğunu sandığımı sanıyordum. Londra'nın en sapa yerinde kurulmuş bir rasathanenin sahibiydi ve çok zengin olduğunu düşünüyordum. Eve hergün mutlu geliyordu ve hergün aynı şekilde ayaklarını komodinin üzerine salıveriyordu. Bu benim gerçekten çok gıcığıma gidiyordu. Annemin ilk evliliğinden olan çocuğuydum ben. Fakat babamın öldüğünü söylüyorlar. Bazı koftilerden duyduğuma göre babam ölmemiş ve eski bir barakada kafayı yemiş bir biçimde konaklıyormuş. Aman zaten artık babamı tanısan ne olacaktı ki? Benim yedi yaşımdan beri insanlar arası iletişimim hep kötü olmuştur. Hiç kimseyle konuşmam ve diyaloğa girmem. Eğer bana okulda veya yolda laf atarlarsa konuşmadan ağız, burun dalardım. Ben böyleyim, üstüme gelenin üzerine koşuyorum. Bu özelliğim hiç değişmeyecek bunu çok iyi biliyordum. Annem benim küçüklüğümden beri Hogwarts adında ki bir okuldan bahsederdi. Bir şato olduğunu söylemişti, şatonun yanında bir göl ve onun ardından gelen yasak bir orman. Benim farklı olduğumu ve oraya gideceğimi söylerdi. Benim gibi farklı çocukların oraya gittiklerini söylemişti. Henüz on bir yaşımdaydım ve bu tür şeylere kulak asmazdım. Benim farklı olduğumu herkes biliyordu ama bir büyücü olamazdım. Sonuçta benim adım Sylvester ve ben ne dersem o olur! Bir sabah lanetli Hogwarts'ı düşünmeden edememiştim ve herşey üstüme üstüme geliyordu. Okula gitme zamanım gelmişti. Alarm çalıyordu ve ben hala giyinmemiştim. Okula gidesim de yoktu fakat farzlarımdan birini yapmak zorundaydım. Eski dolabımın içinde bulunan annemin yeni aldığı botları giymek için bir "Kip-Up" yaparak yataktan zıplamıştım. Dolabın kapağını aralamıştım. Çıkan çığlığımsı ses kulaklarımı pasını silkmişti. Ayakkabılarımı kapar kapmaz aşağı kata doğru tangır tungur koşturmaya başladım. Merdivenlerin son basamağına oturmuştum. Gerçekten olağanüstü derecede tozlu gözüküyordu. Fakat ne yapalım bununla idare edecektik. Annem ortalıklarda gözükmüyordu. Sanırım mutfakta birkaç yemek hazırlıyordu. Akşama ziyafet var diye sevinmedim değildi. Botlarımı giyer giymez kapıdan dışarı fırladım ve çamurlu yollarda okula doğru koşturmaya başladım. Birkaç araba az kalsın beni eziyordu. Fakat içine baktığımda aslında neredeyse benim onları eziyor olduğumu öğrenmiştim. Onlar kadın şofördü ve ikiside amatördü. Genelde kadınların şoför koltuğuna oturmasını hazmedemiyordum. Okul evimizin bir sokak arkasındaydı fakat arka bahçeden atlayıp geçemiyordun çünkü diğer evler yolu kapatıyordu. En iyisi dolaşıp normal yoldan geçmekti ve bu diğerine varan daha vasat ve yavaştı. En hızlı bir biçimde okula varmıştım. Okulun dış kapısının içinden girmiştim ve okula doğru koşturuyordum. Müdür Fonks beni durdurmuştu ve elinde bir kağıt vardı. Gerçekten mutlu gözüküyordu. "Merhaba Sly bugün nasılsın? Neden geldin? Annen kaydını sildirmiş sanırım senin için başka planları var." Şişko Fonks'un ağzından çıkan lafları bitirmesini dört gözle bekliyordum çünkü kaydımı aldırdığını önceden anlamıştım. Okulu sevmiyordum ve haytanın tekiydim. Ders çalışmaz, ödevlerimi yapmazdım. Fonks'da bu habere sevinmiştir kesin. Hiçbir cevap vermeden topuğumu okuldan bastırarak geri koşu yapmıştım. Eve doğru koşuyordum ve bu daha kısa sürmüştü. Heyecan ve düşünce yolun yarısını beynimden silmiş olmalıydı. Kapıyı açar açmaz bağırdım "Anne? Kaydımı sildirmişsin! Bu da ne demek oluyor!". Annem hala içerde kendisinin de bilmediği bir şarkıyı mırıldanarak söylemeye çalışıyordu ve yemek kokusu burnumun direğini kırmıştı. Annem bir süre bekledikten sonra cevap verdi "Hogwarts'a gidiyorsun tatlım. Sana bahsetmiştim ya. Unuttun mu bebeğim?" Hogwarts'ın o rutubet kokusunu o gün hissetmiştim. Benim içimde yinede bir kıpırdanma olmadı değildi. Çünkü Hogwarts'ın fotograflarına baktığımda kendimi şovalyeler diyarında gibi hissetmiştim. O gün annemle aram çok iyileşmişti ve akşama kadar türlü türlü yemekler pişirmiştik. Bazı yemekleri berbat etsem de annem beni yatıştırıyordu ve bu benim çok hoşuma gidiyordu. Gece yatmadan önce Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Akademisi denilen yerin hayalini kuruyordum. Yeni öğretmenler, yeni arkadaşlar ve yeni sıkıntılar beni bekleyecekti. Anın şevketini yaşıyordum. Hayallerin içinde dolaşırken birden sabah olmuştu ve ben daha uyumamıştım bile. Fakat zerre kadar uykum yoktu. Annem hazırlanmış beni oturma odasında bekliyordu. Hogwarts'a giden trene yetişmek zorundaydık. Yine o çamurlu botlarımı giymek için o lanetli dolabı araladım ve içinden botlarımı aldım. Dolaba sinirli bir bakış atıp pispis gülmüştüm. Beni dışarıdan izleyenler deli sanacaktı herhalde?! Bir tekme atmıştım ki dolaba "KÜT!" annem yere düştüğümü sandı ve küçük bir çığlıkla "Sorun nedir Sylvester?" diye sordu hiç cevap vermeden aşağıya doğru yönelmiştim ve annemin gözlerinin içine baktım. Beni Hogwarts'a göndermeyi gerçekten istiyordu. Artık annem ve kendim için çalışacaktım. Yalnızca kader için değil...