Blanche Ivalyn
Kariyer
Kız
Esen rüzgârların ardı arkası kesilmiyordu. Sanki hava bu dünyadan ne kadar şey koparırsa o kadar kuvvetlenecekmiş gibi. Ama öyle olmayacak, dünya ağır yükünü havanın omuzlarına teslim ederken bu içinde yaşadığımız kara parçası özgürlüğe kavuşacaktı. Sorumluluktan, acıdan ve aptal duygulardan arınmış bir şekilde özgürlüğü tadacaktı. Bağımsızlık aklına gelince Senta’yı düşündü. Bir rüzgâr darbesi daha saçlarını havalandırırken, içinde bir tedirginlik uyandı. Bu aşinası olduğu garip duyguyu önce kovaladı. Ne olduğunu bilmek istemediğine karar verip üzerinde oturduğu banktan kalkıp devasa okulun arazisinde yürümeye başladı. Üzerinde eskimeye yüz tutmuş ama hâlâ iş görebilen bir ceket vardı. Ellerini ceketin iki yanına alelade koyulmuş ceplere soktu. Ceketinin içinde her zamanki okul kıyafetleri vardı. Okul kıyafetinin cebinde de asası. Kimseye hiçbir zaman güvenme anlayışıyla büyüdüğü için hep asi ve hırçın olmuştu. Ve bariz bir biçimde kötü, bencil ve şımarıktı. Bu kötü duygular, sadece bir kişi için geçersizdi. Senta… Hep öyle oldu, her zamanda öyle olacaktı. Senta hep sorumsuz biri olmuştu, onu toparlayansa hep Jassmine’di. Sanki hayatın omuzlarına, daha on dört yaşında bindirdiği sorumluluklar ve acı yetmezmiş gibi Senta’nın da sorumluluğunu taşıyordu. Tek bir hatanın peşini bir sürü yanlışın izleyeceğini bildiği için herkese karşı ön yargılıydı. Bu duvarı kırmak çok zordu. Derslerin çoğuna da bu yüzden girerdi, savunmayı bilmezsen saldıramazsın. Dudaklarından o berrak sesi yankılandı. Adeta hayata karşı bir saldırı, belki de haykırıştı. ‘ Evet! Savunmayı bilmezsen saldıramazsın! Saldıramazsan ölürsün… ’ İşte, gayet açık olan hayat felsefesiydi.
Öfkelenmiş olması, içinde ki o en başlarda duyduğu tedirginliği kuvvetlendirmişti. Ayaklarının onu istediği yere götürmesine izin verdi. Ama önce uğraması gereken başka bir yer vardı. Giriş katından hemen birinci kata çıktı ve ortak salona girdi. Sarının basık havasını tekrar ciğerlerine çekiyordu işte. Bu insanın içini daraltan havayı pas geçerek yatakhaneye doğru yürüdü. Ceketini çıkarıp düzenli yatağının üzerine fırlattı. Kendine ait dolabının içindeki jileti çıkardı ve dolabın içinde duran uzun tahtaya bir çentik daha attı. Bir sürü çentikle doluydu tahta. Onları daha sonra ‘birine’ göstermek için saklıyordu. Jileti yerine koydu ve dolabının kapağını çarparcasına kapattı. Asasını eline aldı ve koşar adımlarla yatakhaneden çıktı. Koridorda pek fazla insan olmamasına rağmen, görenler Jass’e yol vermişti. Bu alışık bir durumdu. Eğer Jass elinde asa üstü bası dağılmış ve koşar adım bir yere gidiyorsa, bir tek diğer Proswan’a gidiyor demektir ve kim yolunu keserse o an patlayabilir. İnsanların kendine bomba muamelesi yapmasına alışmıştı, ne de olsa o gerçekten bir bombaydı. İçinden, dikkat edin pimim çekili, diyordu.
Doğruca kızlar tuvaletine gitti. Kapıdan yavaşça adımını attı ve insana öğürme hisse veren kokuyu duymazdan gelmeye çalıştı. Ama bu pis kokunun dışında başka bir koku daha vardı. Bunu hemen duyumsamıştı. O kokuyu nerde olursa duyardı. Muggle votkası… Sevdiği nadir şeylerden biriydi ve bu içkinin kime ait olduğunu anında anlamıştı. Önünde, Senta’ya asa kaldırmış cadıyı net bir biçimde görüyordu. Ama cadı fark etmemişti. Asasını profesyonelce salladı, ‘ Expelliarmus! ’ Asa tuvalet kabinlerinden birinin içine doğru uçarken şaşkın iki cadı gözleri fal taşı gibi açılmış halde Jasmine’e bakıyordu. ‘ Üzgünüm bayanlar, muhabbetinizi böldüm. ’ Tanımadığı cadıya dönerken, kızın kendisiyle aynı yaşta olduğunu fark etti. Kızın gömleğinin yakasından tuttu ve kendine doğru çekti. Normalde olsa yine yapardı ama biraz zorlanabilirdi, ama şimdi kızın şaşkınlığını fırsata dönüştürmüştü. ‘ Bana bak. ’ kız dediğini yapmadan Senta’ya bakmaya devam ediyordu. ‘ Yüzüme bak. ’ dedi daha sert bir biçimde. Kız dediğini yaptı. ‘Dışarıya çık. Hem de hemen! ’ Genç cadı kızmıştı. Gömleğinin yakasını kurtarır kurtarmaz odadan çıktı.
Uzun bir süre sessizce kaldılar. Jass öncelikle Senta’nın içkilerini topladı ve içlerinden açılmamış bir şişe buldu. Hızla açıp içinden büyük bir yudum aldı ve geri kalanını lavaboya boşalttı. Senta’nın itirazlarını duymak istemiyordu. Eğer itiraz ederse o şişelerden bir kaçını bitirebilirdi çünkü. ‘ Kapa çeneni! ’ ilk kez Senta dediğine itaat etmişti. Tüm şişelerin içindekileri lavaboya boşalttıktan sonra şişeleri birkaç defa çalkaladı. İçlerindeki içki kokusunun dağılmış olabileceğini düşünüyordu. Şişelerle daha sonra ilgilenecekti, onları lavabonun içinde bıraktı ve ikizine döndü. Neden bu kız hiçbir zaman akıllı ve bilinçli davranamıyordu ki? ‘ Bir daha bunu yapma tamam mı? Her defasında senin için endişelenerek yaşayamam ve her defasında senin yanında olamam. ’