Ad Soyad: Claire l. Millie
Cinsiyet: Kız.
Seçiminiz: Şöhret
Örnek Rp:
Hala kendime inanamıyordum. O camdaki insan ben miydim? Tekrar gözlerimi kırpıştırıp kırılacakmış gibi duran yüzüme dokundum. Pürüzsüzlüğünün üstünde çok hafif bir pembelik vardı. İri iri açılmış mavimsi yeşil gözlerime büyülenmişçesine baktım. Etrafındaki makyaj gözlerimi yakıyordu ama Syrinx alışacağımı söylemişti. Gözlerimi saçlarıma çevirdim. Dümdüz olan saçlarım bugün hafif bir topuzla arkadan toplanmış ve küçük dalgalar verilmişti. Bozulmasından korkarak perçemlerimi düzelttim. Saçlarımla uyumlu dudaklarıma gelince gözlerim, gülümsedim. Kırmızı... Bozulmasından korkarak onları yalama isteğimden son anda vezgeçtim. Oradan göğüslerime kaydı gözlerim. Derin dekolteli mavi elbisem tenimle mükemmel bir uyum içindeydi ve çok açık olacağını, üstümde kötü duracağını düşündüğüm göğüs bölgesi çok... Ne derler ona?.. Şey... Seksi duruyordu! Doğru kelimeyi bulunca gülümsedim. Göğüslerimin hemen altına iliştirilmiş mavimsi zümrütten aşağıya dökülen bir kaç parça tül, kalçalarıma kadar iniyor ve oradan da mükemmel bir boğumla arkada birleşiyordu. Elbise buradan hafif bir kabarıklıkla, ama şu lanet prenses elbiseleri gibi değil, mavimsi zümrüt ve aquamarinle süslenmiş topuklu ayakkabılarıma kadar uzanıyordu. Elbisenin kumaşı akıp giden bir tür ipektendi galiba. Ben hareket ettikçe hafifçe parlıyordu ve o kadar hafifti ki kendimi çıplak hissedebilirdim, tabii şu lanet korse olmasa... İç çekip komidinimin üstünde duran, annemin bana gönderdiği gümüşi kolyeye ve onunla uyumlu küpelere uzandım. Babamın geçen yaz bana hediye ettiği yüzük zaten her daim parmağımdaydı. Biraz acıtarak da olsa küpeyleri taktım ve göğüs dekoltemin başlangıcında biten kolyeyi boynuma geçirdim. Ayna tam karşımdaydı ama bakmaya korkuyordum. Yarım saattir kendimi izlemiştim ama şimdi tamamen hazırdım ve bunun getirdiği tuhaf bir gerginlik vardı üstümde. Tüm cesaretimi toplayıp başımı kaldırdım ve aynaya baktım. İçim burkuldu. Düğüne, baloya gidecek kimsem yoktu. Camelia'yla falan takılırdım herhalde ama gerçekten de güzel olmuştum işte! Kendi kendime söylendim. Balo salonuna inmeliydim. Eğlenecektim bugün. Ve sadece bir kaç gün sonra İtalya'da olacaktım. O zaman anneme bu elbise ve takılar için teşekkür edebilirdim. Aptal bir parşömene yazılmış teşekkür notunu doğru bulmuyordum. Özellikle L'in yeni aşkıyla ilgili olanlardan sonra... Ne yapıp ne edip o çocuktan kurtulmalıydım ama nasıl?! Dişlerimi gıcırdattığımı farkettim.
Bir kaç dakika sonra aşağıya indiğime lanet okur halde giriş kapısında dikiliyordum. İnsanların bana gözlerini dikip fısıldaşmalarına alışıktım ama bu fazlaydı! Yani, en basitinden benden bir yaş büyük olan Ronald'ın bana ıslık çalması ve 'Hell, prenses olmaya mı karar verdin! Bu gece benim olmaya ne dersin bebeğim?!' diye bağırması bardağı taşırıyordu. Çevremdeki kızlara bakınca hepsinin benim gibi olduğunu gördüm. Pembe fırfırlı etekler, gelin duvağı gibi bitmek bilmeyen elbiseler, tüylerden gözükmeyen kumaşlara bezenmişlerdi. En azından ben abartılı değildim. Ama ufak bir belirsizlik içindeydim. Ne yapmalı?!. Darq ve onun arkadaşlarına katılamazdım. Benden üç yaş küçük veletlerin yanında işim olmazdı. 'Onlar bile,' dedi beynimin köşesinden fırlayan bir asi 'Öpüştüler. Sen burada öylece kal!' haklı olması umrumda değildi. İnanmadığım gerçek aşkı beklemeye bile razıydım ben... Kroniğim, Tanrım... Olasılıkları düşündüm. Syrinx, Tyson, Ada falan filan hımm.. Eğlenceli olacağı kesin ama nedense bugün onlarla da işim yoktu. Camelia kim bilir hangi cehennemdeydi... Bir süre kenardaki aslan heykelinin yanına oturdum. Şimdiden sıkılmaya başladıysam nasıl bitecekti bu gece? Açıkçası yatakhaneye inip kendimi zindanlara tıkıyamazdım, en azından bu gece olmazdı. Aslında Yasak Orman'a bir kaçamak eğlenceli olabilirdi, tabii dolunay olmasaydı... Kurtadamlarla bir alıp veremediğim yoktu. Yine de nefes almaya devam etmek benim için önemliydi, en azından son zamanlarda... Hufflepuff altıncı sınıftan Sally cırtlak pembe elbisesinin içinde kıvırarak salona girince birden panikledim. Eğer o zeka özürlü, partneri olmadan istediğini rahatlıkla yapıyorsa, üstelik o rüküş elbisenin içinde, ben de yapardım! Gözlerimi devirerek oturduğum yerden kalktım ve kendimden emin adımlarla salona girdim.
ilk tepkim kesinlikle tuhftı. Dört senedir bu okuldaydım ve sınıfta kaldığım yıl dahil böyle bir şey görmemiştim! Burası, fazla güzeldi! Ağzım bir karış açık öylece kalakaldım. Profesörler masası, nikah masası, dans pisti... Hepsi gerçek anlamda büyüleyiciydiler. Yüzümde o tuhaf çarpık gülümsememle dans pistine doğru ilerledim. Dans etmek için zaman değildi, ben sadece oturabileceğim bir masa arıyordum. Küçük ve büyük masalar arasında sessizce dolanırken insanlara ufak gülümsemelerle selam veriyor, fazla samimi arkadaşlarıma ise, samimi cevaplar veriyordum. Eğer değişmek istiyorsam, buna şimdiden başlamalıydım. O sırada gümüşi masa örtüsünün üstünde iki kadeh kırmızı şarap ve mavi nergisler olan masayı gördüm. Kimse yoktu orada ve ben o masayı istiyordum! Eğer bana katılmak isteyen biri olursa seve seve kabul ederdim. Mesela şu Allison: Pernell. Oldukça hoştu. Neden olmasın?
"Fia!" tanıdık olduğunu düşündüğüm bir sesin adımı haykırmasıyla yerimden sıçradım. On metre ötemde aptal Slytherin arkadaşlarım bana sesleniyorlardı. Elleriyle beni yanlarına çağırdılar. Gülümsedim ve el salladım. Gelmeyeceğimi anlamaları için yanlarında bir dahinin olmasına gerek yoktu. Onlara şöyle bir bakınca fikrimi değiştirdim. Yazık... Ben olmadan çok kötü gözüküyorlardı... Başımı çevirmeden elimi sandalyeye uzattım ve o anda sıcacık bir şey elimde değdi. Kaşlarım çatık, şaşkınlıkla elin sahibine baktım. Gryffindor!.. Ama bana fazlasıyla yakın bir Gryffindor. Öyle ki mavi gözleri benim gözlerimin rengini değiştirecek diye korktum. Teninden yayılan o koku ise vay canına... Tek kelimeyle, mükemmeldi... Kaşlarımı sonuna kadar kaldırdım ve çocuğa kirpiklerimin altından baktım. Gözlerindeki tuhaf parıltı hoşuma gitmişti. Farketmeden işaret parmağımı onun elinde gezdirdim. Sonra hatırladım, ben Hell'dim. Gryffindorlarla uğraşamazdım.Ani bir hareketle gözlerimi kaçırıp yumuşak ama iğneleyici bir sesle konuşmaya başladım.
"Pek iyi bir gece geçirdiğim söylenemez, o yüzden sandalyemi bırak. Kendine başka bir masa bulsana, ne bileyim şu aptal bakışlı Pratt'lerin yanında falan."
Başımla Pratt sürüsünün pineklediği masayı gösterdim. Hepsi kendi aralarında gülüp duruyorlardı. Edlyn'in ve Luminary denilen o kızın göz kamaştırdığını görünce içim kıskançlık duygusuyla doldu. Ne vardı ben de veela olsaydım. Aptal nesneler görmek beni çekici kılmıyor tam tersine 'uzak dur!' şekli çiziyordu. Xavier'ın Luminary'nin beline dokunup onu kendine çekmesiyle başımı çevirdim. Bu kadarı bana bile fazlaydı. İnatla çocuğa baktım. Benimle aynı yaşta olmalıydı. Hatta şöyle bir düşününce onu üçüncü sınıftan hatırlıyordum. Yani ilk üçüncü sınıfımdan. Ama ismi neydi?.. Hafızamı hatırlamaya zorlarken sandalyeyi kendime doğru çektim ve oturdum. O'nun yanı başımda dikilmesi umrumda değildi. Masadaki bardaklardan birine uzandım ve kırmızı sıvıyı mideye indirmeden önce kokladım. Immm... Karadut şarabı! Sıcacık sıvı dudaklarımı yakarak boğazımdan kayıp gitti. Aslında şöyle bir düşününce Gryffindor da olsa da bir erkeğe katalanabilirdim. En azından bu gece.